...

...
Alptekin Şimşek

25 Şubat 2014 Salı

Gündeme Dair...

Bu ülkenin vatandaşları kendilerine uzatılan mikrofonlara yıllardır 'devlet bize kulak versin' dedi durdu. Sonunda bu dilek gerçekleşti:

- Emniyet, Cemaat dinliyor
- MİT dinliyor
- NSA dinliyor
- Jandarma dinliyor

Dünya'nın en çok dinlenilen vatandaşlarıyız.
Allah'tan başka bir şey istesek olacakmış...


A. Şimşek /25.2.2014 / İstanbul

Aşk Sokakta


Abbas Kiarostami


 "Eskiden, sinema salonlarında ışıkların perdedeki görüntüler daha iyi görülebilsin diye söndürüldüğünü düşünürdüm. Sonra, koltuklarına rahatça yerleşmiş izleyicilere daha yakından bakınca çok daha önemli bir nedeni olduğunu gördüm: Karanlık, izleyicinin kendini diğerlerinden ayırmasını ve yalnız kalmasını sağlıyordu. İzleyiciler hem diğerleriyle beraberdiler, hem de onlardan ayrı.

İzleyicilere sinematografik bir dünya gösterdiğimizde, her biri kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak kendilerine özel bir dünya kurmayı öğrenirler.
Bir yönetmen olarak, bu yaratıcı alışverişe inanıyorum, yoksa seyirci de sinema da ölür giderdi. Mükemmel işleyen kusursuz hikâyelerin çok önemli bir sorunları vardır: Seyircinin hikâyeye dâhil olmasına imkân vermezler.

Hikâyesi olmayan filmlerin izleyiciler tarafından pek tutulmadığı doğrudur ama hikâyelerin de eksik alanlara, bulmacalardakilere benzer beyazlıklara, seyircilerin doldurabilmesi için bırakılan boşluklara ihtiyacı vardır. Ya da izleyicilerin polisiyelerdeki özel dedektifler gibi keşfedebilecekleri açıklara ihtiyacı vardır.

Ben seyircisine daha çok imkân ve zaman sunan bir sinemaya inanıyorum. Yarı yaratılmış bir sinema bu, seyircisinin yaratıcı ruhunun katkısıyla tamamlanmayı başarabilen henüz bitmemiş bir sinema. Bugüne dek izlediğimiz yüzlerce filmde olduğu gibi. Seyircisine ait olan ve onların dünyasına karşılık gelen bir sinema bu.

Her eserin, her filmin dünyası yeni bir gerçeği açıklar. Salonun karanlığında, izleyicilere düş görme ve bu düşleri özgürce ifade etme fırsatı sunarız. Sanatın şeyleri değiştirmek ve yeni düşünceler ortaya çıkarmak gibi bir yönü varsa, bunun başarılması ancak yöneldiğimiz insanların, tek tek her bir izleyicinin yaratıcılığını özgürce bu alışverişe katmasıyla mümkündür.

Sanatçının ve yöneldiği bu insanların gerçek ve kurmaca dünyaları arasında sağlam ve kalıcı bir bağ vardır. Evet, sanat bireyin kendi arzuları ve ölçütleriyle örtüşen kendi dünyasını kurmasına yardımcı olur ama aynı zamanda kendisine zorla dayatılan gerçekleri reddetmesine de yardımcı olur. Sanat, sanatçıya ve izleyicisine sokaktaki insanların her gün yaşadığı acının ve tutkunun ardındaki gizli gerçeğe dair çok daha keskin bir görüşe sahip olma imkânı sunar. Bir yönetmen gündelik yaşamı değiştirme hedefine ancak izleyicisinin suç ortaklığıyla ulaşabilir. Bu da yalnızca filmiyle, seyircilerin de kavramayı başarabilecekleri çelişkiler ve çatışmalarla dolu bir dünya yarattığında mümkün olur.

Formül basit: gerçek olduğunu kabul ettiğimiz ama adil olmayan bir dünya var. Bu dünya bizim hayal gücümüzün bir meyvesi değil ve biz bu dünyadan, olması gerektiği üzre, hoşnut değiliz ama sinematografik teknikler aracılığıyla, içinde yaşadığımızdan yüz kat daha gerçek ve adil bir dünya yaratabiliyoruz. Bu, bizim yarattığımız dünyanın sahte bir adalet duygusu sunduğu manasına gelmez ama bizim ideal dünya tasavvurumuzla gerçek dünya arasındaki çelişkilerin altını çizmemizi sağlar. Bu kurmaca dünyada biz umuttan, acıdan ve tutkudan konuşuruz.

Sinema bizim düşlerimize açılan bir penceredir, onun aracılığıyla kendimizi daha kolay tanımlarız. Sinema yoluyla edindiğimiz bu bilgiler ve tutkular sayesinde hayatı düşlerimiz lehine dönüştürürüz.

Bir sinema koltuğu bir psikanalistin divanından çok daha işlevseldir. Bir sinema koltuğuna oturur ve kendimizi akışa bırakırız ve belki de burası bizlerin kendimizi birbirimize hem en yakın hem de en uzak hissettiğimiz tek yerdir: işte sinemanın mucizesi budur.
Gelecek yüzyılın sinemasında, seyirciye üretilen eserin yapıcı ve zeki bir unsuru olarak saygı gösterilmesi kaçınılmaz olacak. Bu saygıyı gösterebilmek için, yönetmenin belki de seyirciye eserin tek sahibi olarak baktığı o bildik konumundan uzaklaşması gerekecek. Yönetmenin de kendi filminin seyircisi olması gerekecek.
Bir yüzyıl boyunca, sinema hep yönetmenin oldu. Umut edelim ki, şimdi şu başlayan ikinci yüzyılda artık zamanı gelsin ve seyircinin de sineması olsun."

 http://newalaqasaba.wordpress.com/

21 Şubat 2014 Cuma

Kediler

 Kedimizle oynarken, o mu bizi eğlendiriyor, yoksa biz mi onu eğlendiriyoruz kim bilebilir?(Montaigne) 

Kediler duyguları konusunda dürüsttürler. İnsanlar ise duygularını gizlerler. ( Ernest Hemingway)
Hayatın sıkıntısından 2 şeyle uzaklaşabilirsiniz: Müzik ve kediler(Albert Schweitzer)

Kediler gizemli yaratıklardır... Sizi mi seviyorlar yoksa yalnızca lütfedip evinizde mi kalıyorlar asla bilemezsiniz. Onları son derece çekici kılan bu gizemdir. (Paul Moore) 
 
Küçük tüylü yaramazlar yalnızca bütün duygularınızı boşalttığınız derin, çok derin kuyulardır. (Bruce Schimmel)
 
Bütün hayvanlar arasında yalnızca kedidir yaşamı seyreden. Varolmanın döner dolabını mesafeli bir konumdan izler. Kedide sempatik olma kaygısı yoktur. Yalnızca yaşar, uzak, dingin ve bilge. (Andrew Lang)
 
Kedimle oynadığım zaman, kimbilir belki de o benle daha fazla oynuyordur. (Montaigne)

Köpek düzyazıdır, kedi ise bir şiir. (Jean Burden)
İnsanlar hakkında psikolojik romanlar yazmak istiyorsanız yapacağınız en iyi şey bir çift kedi edinmektir. (Aldous Huxley) 

Birçok filozof ve kedi tanıdım, kedilerin bilgeliği daha üstündü. (Hippolyte Taine)


20 Şubat 2014 Perşembe

Tatlı Sözlük (14)


BOKBÖCEĞİ:
Allah sizi inandırsın, bir ansiklopedide tesadüfen görmesem, yeryüzünde böyle bir hayvanat olacağına hiç inanmazdım. Huzurlarınızda bu hayvanı ve hayvana bu ismi veren yüce şahsı kutlamak isterim; bir isim ancak bu kadar öğğğrktürücü olabilirdi. 

Neyse midemi bulandırmamaya çalışarak, birkaç kelam da bunlar için edelim. Şimdi şu bilimsel alıntıya dikkatinizi çekmek isterim: "Eski Mısır'da bokböcekleri yaşamın, ölümsüzlüğün ve varoluşun simgesiydi. " 
Pes doğrusu, ben de Mısırlıları uygar bir toplum olarak bilirdim. Şu dakika gözümden düştüler. Lafa bak ölümsüzlüğü simgeliyormuş, hem de varoluşu. Af buyurun ama bunlara simge için başka bir haysiyetli hayvan bulamamışlar mı?.. Çok teessüf ederim, çooook!..

Bu arada, bu hayvanların hakkını yemek de istemem tabi (zaten onlara ait hiçbir şeye dokunmak bile istemem), bunların faydalı oldukları bir husus da var(mış). O da şu ki, büyük otoburların dışkılarını yiyerek, dünyanın ekolojik dengesini koruyorlarmış. Görüyorsunuz işte adaleti, ekolojik dengemiz kimlere kalmış.

Bu iğrenç hayvanların aşk hayatına girmeyi gururuma yediremiyorum, merak eden varsa gitsin başka bir kitaptan okusun... 

A Şimşek

19 Şubat 2014 Çarşamba

Kolay Ayrılma Ve Boşanma Yolları (9.Bölüm)

 Ayrılmanın Hukuksal Boyutu 3: Akıl Hastalığı

Ayrılmanın hukuksal boyutuna, akıl hastalığı ile devam ediyoruz. Önce, maddemize bir göz atalım:

Madde 165 - Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hale gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.

Maddemizin açıklamasına geçmeden önce, bir ikazda bulunmayı ihmal etmeyelim:
Siz siz olun, henüz sözlü veya nişanlıyken ayrılmanın bir yolunu bulun. Evlendikten sonra ayrılmak, deveye hendek atlatmaktan beter bir durumdur. Nikâh memuru sizi evlendirirken, “Evladım aklınız başınızda mı?” veya “Ortak hayatı birlikte sürdürecek kapasiteniz var mı?” diye asla sormaz. Ancak, boşanmaya kalktığınızda, “hâkim bey”e ortak hayatınızın çekilmez hale geldiğini kanıtlamanız gerekmektedir.

Akıl hastalığı nedeniyle boşanmak, o kadar kolay bir iş değil. Evvela eşlerden birisi akıl hastası olacak, ikinci olarak hastalığın geçmesinin mümkün olmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilecek ve tüm bunların üstüne akıl hastalığı, diğer eş için ortak hayatı çekilmez hale getirecek... Biz bu duruma, tıp dilinde kısaca “ölme eşşeğim ölme” diyoruz.

“Bu memlekette yaşayıp da, akıl sağlığını korumak mümkün mü?” şeklinde düşünebilirsiniz, ancak bu düşünceniz mahkemeyi zerre kadar ilgilendirmez. Boşanmak için başvuracağınız mahkeme, akıl hastası olup olmadığınızın tespiti için sizi Adli Tıp Kurumu’na yollayıverir ve bu kurum tarafından verilecek olan rapor, kaderinizin rotasını çizer veya duruma göre çiziktirir.


“Adli Tıp, akıl hastalığım konusunda rapor verir ve ben de güzel güzel boşanırım” şeklindeki bir düşünce, sizi düşünce suçlusu yapmaz ama saftorik olduğunuz konusunda hoyratça bir ipucu verir. Adli Tıp Kurumu’na sevk edildiğinizde kendinize sormanız gereken asıl soru şudur: “Üleeen, akıl sağlığı yerindedir, diye rapor verirlerse halim nic’olur?” Bu sefer güzel sordunuz Allah için. Bırakın akıllı olduğunuza dair raporu, Einstein’ın zekasına denk bir zekanız olduğuna dair bir rapor da çıkabilir. Böyle bir rapor çıktığında ise sittinsene boşanamazsınız.

Diyelim ki, demek de öyle zor ki, ilgili kurumun sizin için “akıl hastasıdır” şeklinde rapor verip, bu hastalığın geçmeyeceğine dair de birkaç güzel paragraf ilave ettiğini kabul edelim. İyi güzel de, ya eşiniz boşanma davası açmazsa!.. Öyle ya, akıl hastalığınız eşinizi hiç rahatsız etmeyebilir.

Eşinizin boşanma davası açma ihtimalini severek boşanmanız mümkün değildir. Bu yüzden, dikkatli bir plana ihtiyacınız vardır. Bu plan ise, iki aşamalı olmak zorundadır:

1-   Eşinizin akıl sağlığını bozmak
2-   Boşanma davası açmak

Bir eşin akıl sağlığını bozmak, çok kolay bir iş olmamakla birlikte, olmayacak bir iş de değildir. Eşinizin kadın veya erkek olmasına göre; farklı yöntemler izlemek gerekecektir. Neymiş bunlar görelim;

Eşin Akıl Sağlığını Bozmak...

“Akıl Hastalığı” nedeniyle boşanabilmek için, eşimizin akıl sağlığını bozmamız ve peşinden boşanma davası açmamız gerektiğini belirtmiştik.


Bazı durumlarda, eşinizin akıl sağlığını bozmanız gerekmez, çünkü zaten bozuktur. Akıl hastalıkları konusundaki bilgi yetersizliğiniz, sizin bu durumu teşhis etmenizi engeller. Örneğin, sevgili eşiniz, cep telefonundan size sürekli kısa mesaj gönderen birisi olabilir. Siz, bu mesajları okuyup siliyor olabilirsiniz, ilgiyle okuyup saklıyor olabilirsiniz veya okumadan siliyor olabilirsiniz. Tüm bunların hiçbir önemi yok. Önemli olan eşinizin size sürekli olarak sms göndermesidir. Neden mi, işte şundan:

“ABD’li psikiyatr Doktor Jerald Block, “American Journal of Psychiatry” adı dergide yayımlanan makalesinde, e-posta ve cep telefonundan kısa mesaj göndermenin bir bağımlılık haline gelebildiğini ve bu bağımlılığın bir akıl hastalığı türü olarak değerlendirilebileceğini yazdı.”

Eşiniz, sık sık sms gönderen biri olmayabilir. Bu yüzden, size sms göndermesi konusunda kendisini teşvik etmeyi ihmal etmeyiniz. Kısa mesaj gönderme konusunda telkinde bulunurken, yukarıdaki haberden elbette hiçbir şekilde söz etmeyiniz. Size gönderilen sms’lere de cevap vermemeyi tercih ediniz. Birkaç ay bu şekilde sms’lendikten sonra, mesaj kayıtlarıyla birlikte boşanmak için ilgili mahkemeye başvurunuz.


Ayrılma kararımızın başarısını, eşimizin sms manyağı olma ihtimaline bağlamak, hiç kuşkusuz “Kürt Açılımı” yapıp, içini başkalarının doldurmasını beklemeye benzer. İyi bir ayrılıkçı, kutunun içindeki Schrödinger'in kedisinin, mekanizmayı harekete geçirip geçirmediğini tahmin etmeye çalışarak ömrünü geçirmez. Bütün olumsuz olasılıkları bertaraf eder ve geriye yalnızca hoşuna gidecek olasılığı bırakır (Nihayet Schrödinger'in Kedisi’ni yazımın bir yerine sokuşturup, entel köşe yazarları kervanına katıldım, ölsem de gam yemem artık).

Hazır Schrödinger'in Kedisi'nden laf açılmışken; erkek okurlarımız, romantik bir akşam yemeğinde, 1 saat kadar bu kediden bahsederlerse, eşlerinin vidalarından en az bir tanesini başarıyla yerinden oynatmış olurlar.

Kadın ayrılıkçılarımız için de güzel bir taktiğimiz var. Ereksiyon sorununu çözdüğünü iddia eden ne kadar web sitesi varsa, tümünü kocanıza forward edin. 1 haftalık bir forward kürü, kocanızın önce aşağılık kompleksine kapılmasına, sonrasında ise intihara meyilli bir ruh haline neden olur.

En ağır akıl hastalıklarından bir tanesi şizofrenidir, değerli okurlar. Bu hastalıklardan muzdarip olan kişilerde gerçeklikten kopma, kişilik bölünmesi, halüsinasyon ve illüzyon görme gibi belirtiler gözlemlenir.

Türkiye ikliminde yetişmiş bir kadın; mutfakta aşçı, sokakta hanımefendi ve yatakta fahişe olması gerektiğine ilişkin güçlü bir inancı benimser. Bu inanç, ona şizofreni teşhisi koymamızda büyük bir kolaylık sağlar. Sokakta başka, mutfakta başka olan bir kadının kişiliğinin bölündüğünü rahatlıkla kanıtlayabiliriz.

Halüsinasyon ve illüzyon görme arızası, çoğunlukla erkek cinsinde karşımıza çıkar. Ofsaytları gol, faulleri penaltı olarak görmek ve benimsemek, tamamen erkeklere özgü bir illüzyondur. Kadınların, kocalarına “ofsayt nedir?”, “penaltı kime denir?” gibi ahretlik sorular sorması, bir erkeği kestirmeden akıl hastası etmenin yollarından birisidir.

Kadınların en çok bilinen illüzyonlarından birisi “tayt” diye tabir ettiğimiz giysinin, kendilerine çok yakıştığını düşünüp, uluorta bunu çekinmeden giymeleridir. 80’li yılların modası olan tayttan uzun zaman önce kurtulduğumuzu düşünürken, son yıllarda yeniden arz-ı endam etmeleri bir yandan kıyamet habercisi ve diğer yandan bunu giyen kadınların akıl sağlığının yerinde olmadığını gösteren ciddi bir delildir.

Değerli okurlar, bu yazı birkaç kilometre uzatmak mümkün, ancak fazlasına lüzum yok. Yazının anafikri anlaşılmıştır sanıyorum. Türk Medeni Kanunu’nun nikah memuruna verdiği yetkinin lanetinden kurtulmak için, yine Türk Medeni Kanunu’ndan yararlanıyor ve eşimizin akıl hastalığını bir güzel teşhis ettikten sonra, hiç çekinmeden boşanma davamızı açıp gereğini yapıyoruz.

Daha bitmedi, devam edecek...

Ayrı kalın...

A. Şimşek



















17 Şubat 2014 Pazartesi

Kediler Günü


Tarçın
Bugün 17 Şubat “Dünya Kediler Günü”. Dünyanın birçok bölgesinde 17 Şubat tarihinde kutlanan kediler günü, ABD’de 29 Ekim’de, Rusya’da ise 1 Mart’ta kutlanıyor.

Kendine has karakterleriyle sadece insanlarda değil diğer hayvanlarda bile şefkat ve korunma duygusu yaratan bu sevimli canlılar internetin de yaygınlaşmasıyla birer fenomen haline geldiler. Dünyada 500 milyon ev kedisi varmış. Sokaktakilerle birlikte sayı oldukça kabarık.

Ben de bir hayvansever- kedisever olarak başta Tarçın olmak üzere mahallemizdeki, bahçemizdeki ve İstanbul sokaklarındaki kedileri görüntülemeyi seviyorum.  Şu salak dünyanın olabildiğince keyfini çıkartıp bize de  keyifli hale getirdikleri için iyi ki varlar :)

Bugün vesilesiyle tüm kedilerin kediler gününü kutluyorum. Patilerinden gözlerinden, gıdılarından öpüyorum.

Burç Yorumları (Balık Burcu)


BALIK BURCU (20 Şubat- 20 Mart): 
En büyük özelliği canlılık olan balık burcu mensupları, enterasandır, oltaya geldikten sonra bile olağanüstü bir canlılık gösterirler. Ancak, oltadaki bu canlılıklarının son canlılıkları olduğunu söylememe, bilmem gerek var mıdır?.. 

Rahatlıkla tahmin edileceği üzere balıklar su grubundandırlar. Bu durumun bir uzantısı olarak sulu gözlüdürler. Buna karşın, zaten sulu bir ortamda yaşadıkları için bunların gözyaşları o kadar suyun içinde farkedilmez bile. Gene de hep ağlarlar, hep ağlarlar... 

En çok yetenekli oldukları konu, başkalarına karşı ilgi ve şefkat göstermeleridir. Bu konuda rakipsizdirler. Bu yeteneklerini ifade ettikleri yer ise, umumiyetle kadın- erkek ilişkileridir. Bu burcun kadını da, erkeği de, karşı cinsi ayartmada üstün başarı gösterirler. Şunu da eklemek gerekir ki, sahip oldukları bu yeteneği, sadece karşı cinsle ilişkilerde kullandıklarını söylemek onlara büyük bir haksızlık olur. Hayvanseverler, çevreseverler, çiçekseverler, kediseverler, köpekseverler, yurtseverler ve seviciler de gene bu burçtan çıkarlar. 

Balıklar çevre konusunda çok duyarlıdırlar ve uygun yerlere şöyle tabelalar yazarlar: 
-Okyanusunu temiz tut denizi koru
- Lütfen deniz kaktüslerine basmayınız
- Kılçık balıkta güzeldir
- Bugün ölecekmiş gibi miden için, yarın ölecekmiş gibi de Kumkapı için yaşa
- Seni de severim yemi de; yemi yeyinceye seni ton balığı oluncaya kadar

Hayatta vazgeçemedikleri en önemli unsur huzurdur. Tüm hayatlarını işte bu huzuru nasıl bulurum sorusuna ayırdıklarından genellikle de huzursuz bir ruh haline sahiptirler. Son durakları ise her daim huzurevleridir. 
Servete ve mutluluğa ulaşmak da, bu burcun insanının her zaman içinde yaşattığı bir amaçtır. Tüm burçlar serveti arzular elbette, ama balığın farkı, bunu diğerleri gibi çalışarak yapmak yerine loto ve totolardan yapmayı düşünmektir. Sayısal loto, toto, altılı, barbut, üç halka yirmibeş, okey, pişti, tombala oyunları balıksız düşünülemez. Talih oyunlarıyla balık burcu arasındaki bağıntı, tıpkı ülkersiz çay saati düşünülemez türünden bir ilişkiyi betimler. 


Balık burcunun en olumsuz yönü, kendini küçümsemektir. Örneğin siz kendisinden bir bardak su getirmesini istediğinizde, bunu büyük bir ihtimalle reddedecektir. Reddederken de, bardağı getirirken yere düşürüp kırmasının % 100 bir ihtimal olduğunu söyleyecektir. Balık burcu insanının bu tarz yaklaşımının gerçek sebeninin kendini küçümsemesi mi, yoksa kaytarıcı bir ruha sahip olması mı olduğu halen bilim çevrelerinde tartışılan bir husustur. 

Balık burcu cemiyeti üyeleri, genellikle sindirim sistemi rahatsızlıklarından yakınırlar. Bu da gayet doğaldır, çünkü yutulan o kadar zokadan sonra duygusal sistemin zarar görmemesi mümkün değildir. Balık burcu insanının en önemli özelliklerinden birisi de, sanatçı ruhlu ve hayalperest olmalarıdır. Sanatçı ruhlu olmaları nedeniyle devlet sanatçılığından en çok bunlar nasiplenir. Hayalleri ise onları Karaköy civarlarına kadar götürebilir. Bu yüzden hayal kurarken biraz dikkatli olmalarında yarar vardır. 
Balığın erkeği, kadını ve hatta travestisi karamsarlığa çabuk kapılır; her gördükleri nineyi el nino sanarlar ve hemen bir büyük rakı açarak "Batsın bu okyanus" şarkısını terennüm ederler. Çift karakterli olmak gibi bir özelliği de bünyelerinde barındıran balıklar, bu yönleriyle parti kurmaya çok elverişlidirler. Partilerinin her kapatılışında; "battı balık yan gider", diyerek bir yenisini kurarlar. 


Balık burçlular ile ilgili bir diğer önemli bilgi de, balığın baştan kokmasi sebebiyle, balığın dişisinin çorap yıkamak gibi bir sorunsalı olmamasıdır. Buna karşın, bol bol şapka yıkaması gerekmektedir. Balık burcu kadınını elde etmek çok güçtür. Bunu amaçlayan her hangi bir kimsenin, balığı kavağa çıkarmayı göze alması lazımdır. 
Uğurlu sayısı : 7, 11, 73, 354, 7299, 65789, 456342, 2349809, 567483938 hasılı, her hangi bir talih oyununda kendisine üç- beş kuruş kazandırmış her rakam uğurlu sayısıdır 
Sevdiği renk : Deniz mavisi, deniz yeşili, deniz kırmızısı, deniz turuncusu, deniz eflatunu vs. Hazettiği kitap : Denizler Altında Yirmibin Fersah 
Uğurlu taşı : Deniz taşı 
Uğurlu artisti : Uğur Yücel 
Uğurlu sebzesi : Deniz karnabaharı 
Hoşlandığı şahıs : Kaptan Kusto 
Muhtemel hastalığı : Pek tabi romatizma 
Bu burcun ünlüleri : Deniz kızı eftelya, hamsi, tava, jaws, balık adam, denizaltı, su yosunu, deniz atı, kavağa çıkan balık, baştan kokan balık, deniz kestanesi, deniz baykal, BEN 
Burcun ünsüzleri ise : B, L ve K harfleridir 
Uğurlu eşyası : Akvaryum 
Uğursuz eşyası : Olta, zoka, misina, trol, baltalı ilah Zagor Tenay' ın baltası 
En sevdikleri öykü : Küçük Kara Balık 
Çağrıştırdığı hususlar : Temel fıkraları, subasman fıkraları, dardanel ton, denizler, olta, misina, çapari, çarpan balığı, gulu gulu gulu, suni teneffüs, bigudi, spagetti western, daktilo şeridi, deodorant, moby dick, gubudik.... 
 2014 YILINDA SİZİN AÇINIZDAN NELER OLACAK: Bu yıl, balıklar için çeşitli sürprizler barındırıyor. Kâh bir yolsuzluk soruşturmasında isminiz geçecek, kâh bir mobese kamerada görüntünüz geçecek, kâh ayakkabı kutunuzdan ayakkabı çekeceği çıkacak, kâh nikâhlanacaksınız, kâh kahkaha atacaksınız, kâh serpme kahvaltı yapacaksınız, kâh kahır çekeceksiniz.

A. Şimşek

16 Şubat 2014 Pazar

Yenilgim

Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
Dünyadaki tüm parlak başarılardan
sensin yüreğime yakın olanı!

Yenilgi, yenilgim, başkaldırım
ve de benim kendimle tanışmam.
Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan
ve solmuş defneler peşinde koşmayan
biri olduğumun bilincindeyim;
ve sende, yalnızlığımı buldum
ve de herkesten uzak,
ve de gururlu olmayı.

Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
ve de kalkanım.
Gözlerinde okudum tahtı arayanın
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
esasını anlayabilmemiz için
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
bir meyvenin tadına varılabildiğini.

Yenilgi, yenilgim,
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın.
Ve senden başka hiçkimse bana söz etmeyecek
kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından
ve de geceleri yanan dağlardan.
Ve sen, tek başına
ruhumun sarp ve kayalık
yollarından tırmanacaksın.

Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
içimizde ölmekte olanlara;
ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;
ve de tehlikeli olacağız ...

Halil CİBRAN

Resim: Hakan Şimşek / http://hakansimsek.com/desenler/kapkara09.html

14 Şubat 2014 Cuma

Perde

"Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma. Herkes kağıt üzerinde yazılanları benim hayatım sanacak, ben de hayatımı saklamış olacağım böylelikle. Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kiz gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz..."

Üç Aynalı Kırk Oda - Murathan Mungan

 Resimler: Salvador Dali- Alice Harikalar Diyarında

Sevgililer Günü’nde Neler Yapabiliriz?

Yine geldi 14 Şubat. Her yıl olduğu gibi "Sevgililer günü"nde, hiç kuşkusuz en önemli sorunsalımız, bu mühim günü nasıl değerlendirebileceğimiz sorunsalıdır. Baktım ki ulusa seslenişte RTE bu konudan hiç bahsetmedi ben de siz okuyucularım mağdur olmasınlar diye iki kelam etmeyi kendime görev bildim. 

Ama ondan önce evli insanlar sevgili midir, değil midir meselesi karşımıza çıkıyor ?..  Evli kardeşlerimiz, bu önemli günü, bu meseleyi eşleriyle tartışarak geçirmeyi deneyebilirler.  Eşlerine hediye almak istemeyen ya da dışarıya çıkıp her köşe başında 14 rakamını görmek istemeyenler, “Evli kimseler sevgili değildir” noktasında haklı çıkmanın yollarını aramalıdırlar. Aksi takdirde; hem gereksiz bir tartışmayla vakit kaybına yol açtıkları için ve hem de vıdı vıdı etmekten hediye almaya vakit bulamadıkları için dört başı mamur bir kapris çekmek zorunda kalacaklardır.

Bu günle ilgili olarak, hediye seçmek, en temel sorundur. Kadın tarafı, bir kravat ile günü kurtarabiliyorken; erkek tarafı için, ne alınırsa alınsın gün kurtulmaz, durumu söz konusudur.
Erkekler bu mühim günde asla ve kata entellik olsun diye kitap vb ürünler hediye etmemelidirler. Bir kadına verilecek hediye, şartlar ne olursa olsun, takılacak, takıştırılacak, sürülecek, boyanılacak vb bir nesne olmalıdır.  Bu hususa dikkat edildiği takdirde erkek, Sevgililer Günü’nü en az hasarla atlatabilecektir. Kimi uyanık erkekler, “Sevgilim, kuytu bir köşeye gidelim, sana G Noktası hediye etmek istiyorum” veya “Bize gidelim, en değerli varlığım olan kendimi sana armağan edeceğim” şeklinde açılımlar yapmaya çalışabilirler ki, kadınların bu tiplere karşı uyanık olmalarında ziyadesiyle yarar vardır. Aksi halde, alabilecekleri tek hediye 9 ay sonra kucaklarında bulacakları bir bebek olacaktır. 
Hediye faslını geçtikten sonra, önemli bir konu da, gezme-tozma faslıdır. Sevgililer Günü, hediye teatisinden sonra herkesin kendi başına zaman geçireceği bir gün değildir. Sevgililer, o günü, mümkün olduğunca birlikte geçirmek durumundadır. Birlikte lokantaya, sinemaya, pastaneye gidilebilir; deniz kenarında veya İstiklal Caddesi’nde elele yürüyüş yapılabilir... Benim sevgililere tavsiyem, rotalarını son yılların en büyük icadı olan AVM’lere yöneltmeleridir. AVM’ler, zaman geçirme konusunda sevgililere sınırsız imkanlar sunmaktadır. Alışverişse alışveriş, sinemaysa sinema, hamburgerse hamburger, tiramusuysa tiramusu...

Şimdi geliyoruz hediye ve gezme konusundan çok çok daha önemli bir meseleye... Romantizm. Hediye alma konusunda erkeğe verilen önemli (!) rol, burada da geçerlidir. Sevgililer Günü’nde romantik olması gereken taraf hiç şüphesiz erkek tarafıdır. Burada kadına düşen rol, erkek rolünü iyi oynuyor mu, onu tespit etmek ve gerekli puanı vermektir.
Yeri gelmişken, sık sık yapılan bir hataya dikkat çekmek isterim. Bazı erkekler, romantik görünme dürtüsüyle şiirler ezberlemekte, hoş kokulu ve renkli çiçekler almaktadır. Şiir ezberleyip sevgiliye okumakta veya güzel çiçekler alıp yarimize vermekte elbette bir kötülük yoktur, ancak ve ancak kimi erkekler, bu iki eylemi hediye olarak kakalamaya çalışmaktadırlar ki, kadın tarafı bunu hiçbir şartta yemez. Şiir ve çiçek, yalnızca ara sıcak veya aperitif olabilir. Şiir okumak ve çiçek almak hediye yerine seçilmediği takdirde kadınlar için harika jestlerdir ve her zaman takdir görürler.

Sevgilisinin gönlünde taht kurmak isteyen kardeşlerimiz için önemli bir tüyo vermek isterim doğrusu. Sevgililer Günü’nü 24 saat birlikte elele, diz dize geçiriyor bile olsanız; -yeteri kadar kontör stoğu yaptıktan sonra- her fırsatta sevgilinize kısa mesajlar göndermeyi ihmal etmeyiniz. Hiç gerekmediği halde, sevgilisi için kontör harcayan sevgili imajı, size artı puanlar kazandıracaktır.

Sevgililer Günü konusunu bitirirken, önemli bir noktayı unutmamak gerektiğini hatırlatmak isterim. Feysbuk veya herhangi bir sosyal ağa üyeyseniz ilişki durumunuzu bekar veya ilişkiye açık konumunda bulundurmayınız, ilişkisi var seçeneğini işaretleyiniz. Sevgililer Günü’nüzün Kıyamet Günü şekline dönüşmemesi için bu şarttır. 

A.Şimşek 

13 Şubat 2014 Perşembe

Gün Olur...

Gün olur, alır başımı giderim, 
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. 
 Şu ada senin, bu ada benim, 
Yelkovan kuşlarının peşi sıra. 

Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; 
Çiçekler gürültüyle açar; 
Gürültüyle çıkar duman topraktan. 
 Hele martılar, hele martılar, 
Her bir tüylerinde ayrı telaş!... 

Gün olur, başıma kadar mavi; 
 Gün olur başıma kadar güneş; 
Gün olur, deli gibi... 

Orhan VELİ



10 Şubat 2014 Pazartesi

Özgürlük Ahlakı

"...Toplumsal ahlaktan kopmamız gerekir. Buna az önce de söylediğimiz gibi görenekler ahlakı diyoruz. Burada toplum bencil bir biçimde kendi ayakta kalma koşullarını düşünüyor, dolayısıyla gelişim olanaklarını görmezden geliyor hatta bilerek kapatıyor. Yani toplum ahlakını benimsemiş insanların kurulu düzenle birebir yakınlıkları olduğunu ve insanın geleceğiyle ilgili tasarımlar oluşturmakta eksik, yetersiz ya da isteksiz kaldığını görüyoruz. Asıl ahlak bireysel ahlaktır ki, bireysel ahlakın gerçekleşebilmesi için onun çok sağlam bir bilinç temelin oturtulması gerekir. Çünkü (buna aynı zamanda özgürlük ahlakı diyorsak), insanın özgür olabilmesi yetkin bilince ulaşabilmesiyle olasıdır.
İnsan gününü kavrayamayan, geçmişini kavrayamayan, yarınını tasarlayamayan basit bir bilinçle özgürlük ahlakını oluşturamaz. Özgürlüğün temel koşulu bilincin gelişimidir. Yani bilinç gelişimini gerçekleştirmiş olan birey zaten özgürlük ahlakını kendiliğinden yürürlüğe koyacaktır. Her an bunun toplumsal ahlakla çatışma içinde olduğunu göreceğiz. Çünkü hiçbir zaman toplumun kendisine benimsetmek istediği, bir kısmı çok yararlı çok akıllıca ama bir kısmı saçma sapan kuralları benimsemeyecektir ve o kurallarla savaşa girecektir."

Afşar Timuçin
http://www.narteks.net/afsar-timucin/ozgurluk-ahlaki-insani-gelecege-acar-afsar-timucin.html

Kolay Ayrılma ve Boşanma Yolları ( 8. Bölüm)



Ayrılmanın Hukuksal Boyutu 2: Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış:

Değerli, kolay ayrılma yollarının yolcuları, bir önceki başlıkta, zina konusunu ele almış ve amacımıza uygun olarak kullanabileceğimizi görmüştük.

Türk Medeni Kanunu, ayrılma konusunda bize eşsiz fırsatlar sunmaktadır. Bugün, bize bir faydası olup olmayacağını test edeceğimiz madde şudur:

“Madde 162 - Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur. 

Hayata kastetme, pek kötü davranma ve ağır derecede onur kırıcı davranış olarak özetleyebileceğimiz 3 adet olanağı, bu madde bize sağlamış bulunuyor. Bu maddenin bize sağladığı imkânı iki yönlü düşünebiliriz.

1-) Bu tür davranışları eşimize karşı uygulayabilir ve onun bize karşı boşanma davası açmasını tahrik edebiliriz. Ancak, karşı tarafın boşanma davası açma ihtimalini sevmemiz her zaman kesin sonuç vermez, bakarsınız dava açmayacağı tutar. İyisi mi biz 2. maddeye bakalım.

2-) Eşimizin çeşitli davranışlarını hayata kastetme, pek kötü davranma ve ağır derecede onur kırıcı davranış kategorisine sokup boşanma davasını kendimiz açabiliriz ve 2 şahit de ayarladıktan sonra ayrılığı garantileyebiliriz.


Şimdi birkaç örnek vermek suretiyle, konuyu daha anlaşılır bir hale getirelim.

İlk olarak hayata kastetmeye değinelim. Efendim, bu noktada erkek okurlarımıza bir uyarıda bulunmam gerekiyor. Bir erkeğin hayatına kastetmeye niyetlenmiş olup da, bunu başaramamış bir kadın yoktur. Bu nedenle, mümkünse hiçbir kadını bu öfke düzeyine çıkmaya zorlamayınız. Tahtalı köye gitmeden bu maddeden yararlanmamız şart değerli okurlar.

Şöyle bir yol izleyebiliriz: Eşimizi, örneğin kredi kartıyla alışveriş konusunda özendirebiliriz. Bu özendirme, evimize birkaç kez haciz getirecek kuvvette olursa mükemmel olur. Haciz geldiğinde ise yapılacak iş çok basittir. Elimizi kalbimize götürüp “Ahanda kalp krizi geçiriyorum” deyip kendimizi yere atıyoruz ve ilk fırsatta Aile Mahkemesine başvurup, boşanma davamızı açıyoruz. Boşanma dilekçemize “Bu manyak, yaptığı ölçüsüz harcamalarla az kalsın ölümüme sebep oluyordu” şeklinde bir cümle eklemeyi unutmuyoruz tabi. Hacze gelen memur ve avukatı şahit gösterin ve tereyağından kıl çeker gibi boşanın!..
Pek kötü davranış konusunda sıkıntı çekeceğinizi sanmıyorum değerli okurlar. Yukarıda erkekler için bir tüyo vermiş idik, şimdi de kadınlar için bir tüyo verelim. Bir çırpıda boşanmak isteyen kadın okurlarımız “Eşim beni ters ilişkiye zorladı” diye yazıp boşanma dilekçelerini derhal ilgili mahkemeye versinler.

Gelelim, ağır derecede onur kırıcı davranış konusuna... Açık konuşmak gerekirse, birisi için onur kırıcı olabilen bir davranış, bir başkası için Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme lezzeti taşıyabilir. Bir örnekle izah edecek olursak... Eşiniz size bir kavga anında “Allah belanı versin liberal faşist” diyebilir ve siz boşanmak için mahkemeye başvurduğunuzda mahkeme şöyle bir açıklamayla davanızı reddedebilir:

“Gereği Düşünüldü: Her ne kadar davacı, ‘liberal faşist’ hitabını ağır derecede onur kırıcı olarak değerlendirmiş ise de, faşist sözcüğünün liberal nitelemesiyle yumuşatılmış olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Bir an için yumuşatılmadığını varsaysak bile bu hitap şekli ‘ağır derecede’ onur kırıcı davranış olmaz, ‘hafif derecede’ onur kırıcı davranış olur. Hattı zatında karı koca arasında olur lan böyle şeyler!


Bu konuda, yaratıcılığımızı harekete geçirmemiz şart değerli okurlar. Mübarek Ramazan ayından konjonktürel olarak yararlanmayı deneyebiliriz. Şöyle ki; erkek okurlarımız, oruç saatlerinde zevcelerine askıntı olup, eşlerinin oralarını buralarını mıncıklasınlar. Bu davranış karşısında eşinizden işiteceğiniz söz aşağı yukarı şöyle bir laf olacaktır: “Lan cenabet kafir, lan gavurun dölü, nefsine hakim olsana ayu!” İşte amacımıza ulaştık ve ağır derecede onur kırıcı davranışa maruz kaldık. Davamızı açalım, ayrılmamıza bakılım!..

İki önemli hususu daha hatırlatmadan geçmeyelim.
Birincisi, dava açma süremiz olan 6 ayı, hiçbir nedenle geçirmeyelim. İkincisi de, karşı tarafın davranışlarını hiçbir şekilde affetmeyelim. Yoksa açacak olduğunuz dava reddolunur ve uğradığınız hakaretlerle birlikte evliliğinize devam etmek zorunda kalırsınız.

Not: Akrabalarınızın ve arkadaşlarınızın sizi boşanma yolundan döndürmeye yönelik davranışlarını hiçbir şekilde dikkate almayınız; ayrılmaktan çekinmeyiniz. Çocuklarınızı öne sürerek boşanmanıza engel olmaya çalışanların yüzüne kezzap atınız. Boşanma davanızda sizin için tanıklık yapmaktan kaçınan arkadaşlarınızı defterden siliniz. Boşanmak ve ayrılmak, en temel insani haklarımızdan birisi olup, ısrarla kullanınız, kullandırtınız.

Devam edecek...

A. Şimşek