...

...
Alptekin Şimşek

21 Nisan 2016 Perşembe

Neden Sevgilim Yok


Sevgilisi olanların bir bölümünün en büyük problemi, başkalarının neden sevgilisi olmadığı konusudur. 
Bu sevgilili kişiler, sevgilisi olmamayı sorun etmeyen kişileri sorun haline getirmeyi görev bilirler. Yazımızın konusu, işte bu sevgilisi olmayan kişilerin, olası sevgili edinmeme nedenleridir. Şimdi bu olasılıklardan bazılarını tokat gibi, sevgilisi olanların yüzüne çarpalım:

1. Sevgilim yok, çünkü bir sevgiliye ayıracağım zamanda daha çok diyet yapabilirim. 120 kilodan 80 kiloya düşmem lazım ki, nereden bakarsan bak, sevgiliye ayıracak bir dakikam bile yok.

2. Sevgilim olursa, ilişki konsepti gereği, ona şiirler yazmam şart. Ne var ki, şiirden anlamıyorum; hece vezni, serbest vezin, uyak, redif ne menem bir şeydir, bilmiyorum.




3. Sevgi ve sevgili emek ister. Ben, emeğimi işverenime vakfettim; ssk var, yemek var, aylık akbil var, brüt 1.750 TL de maaş alıyorum. Sevgilim, bana bu imkânları sunabilecek mi?

4. Sevgili dediğin serenat filan bekler; benim müzik kulağım yok, nota-solfej bilmem, sesim çok kötü, "Akdeniz Akşamları" şarkısı da ezberimde yok.

5. Sevgili dediğin romantik ortamlara bayılır, mum ışığında yemek yemek filan ister. Yemek konusu benim için sıkıntılı, diyet listemde olmayan yemekleri yememem lazım. Mumlardan da hiç haz etmem, çünkü sadece diplerini aydınlatıyorlar. Halbuki yemek yenilecekse spot ışığında yenmeli, yoksa ne anladım ben o yemekten.



6. Sevgili dediğin telefonda uzun uzun konuşmak, bol bol mesajlaşmak ister. Bir kere o kadar kontörüm yok. Olsa bilem benim sadece konuşma paketim var, sms gönderemiyorum. Cep telefonumu 1999 yılında almıştım, daha selamınaleyküm demeden, şarjım bitiyor. 

7. Sevgili denilen bu hatunların film seçme yetenekleri berbat. Nereden buluyorlar o kadar ağlak filmleri anlayamıyorum. Benim favori oyuncularım ve filmlerim; Bruce Lee, Jet Li, Chuck Norris, Charles Bronson, Rocky 1, Terminatör 2, Jaws 3 (3D), Behçet Nacar. Kadınlardan da Lucy Liu, Uma Thurman… Kriterlerim bunlar, bana bunlarla gelin o Dakka sevgili olalım.

8. Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, sevgili milleti, ille de sevilmek istiyor. Sevgili olmuşuz ya, daha Allah’tan daha ne istiyorsun. Bunlar hep, kadın ruhundan anladığını iddia eden yazarların marifeti. Buradan bu kişilere de seslenmek istiyorum: Kadının ruhunda sevilmek yok, sevgili olmak var. Bunu bilir, bunu söylerim!.. Sevilmek istiyorsaydın, kedi olarak gelseydin dünyaya, töbe töbe…

9. Yaptığım araştırmalara göre, bu sevgili mahlukatı, doğuştan hiperaktif… Yok Taksim’e gidelim, yok Ortaköy’e uçalım, yok Moda’ya zıplayalım. N’oluyor arkadaş, nedir bu aceleniz. Eğlenmesini bilen, oturduğu yerden de eğlenir. Size uyup fellik fellik gezecek olsam, The Walking Dead olsun, The Big Bang Theory olsun, Games of Thrones olsun bunları nasıl takip edebileceğim. Hiç mi vicdan yok sizde. Sherlock’un yeni sezonunu da başlamak üzere zaten, dayaktan öldürseniz, mahalle bakkalının ötesine geçmem…


10. Bu sevgili insanlarının en büyük zaaflarından birisi de alışveriş yapmak değerli okurlar. Ayakkabı, çanta, makyaj malzemesi almak için mağaza mağaza dolaştıkları yetmiyormuş gibi, sizden de eşlik etmenizi beklerler. Geze geze haklayamadıkları mağazaları, eve gelince bir de internet üzerinden haklamaya çalışır bunlar. Lan, daha demin alışverişten gelmediniz mi, bir de online alışveriş yapmasanız olmuyor mu!.. Bir çift ayakkabıya verdiğin parayla, ben 15 çift müzik/film cidisi alıyorum, insaf ulan, insaf!..

11. Sevgili denilen bu kitleyle, en çok anlaşamadığım noktalardan biri de, siyasi görüş mevzusu değerli okurlar. Bunların ekseriyesi, kendisine liberal diyor, fakat ben bilmiyorum liberal ne demek; anarşik misin, faşik misin yekten söylesene!.. Antin kuntin şeylerle beni niye meşgul ediyorsun, sevgili mesaimi niye ziyan ediyorsun. Benim görüşüm belli, devletim bana hangi görüşü uygun görmüşse, benim görüşüm o. Baki kalan gök kubbede hoş bir devlet değil midir?.. 15 sene önce sosyal demokrattım, Allah ve devlet yüzüme baktı da, şimdi vizyonum değişti. Yeni vizyonum, vizyon 2025 anasını satayım.

12. Bir kısım sevgilinin de fiziksel aktivite saplantısı vardır sayın okurlar. Yok efendim deniz kenarına gidip koşmalıymışız, yok efendim Çoruh nehrine gidip rafting yapmalıymışız, yok efendim yamaç paraşütü yapmalıymışız. Daha yazarken içime fenalıklar geldi. Böyle spor mu olur lan, sayın olası sevgilim. Bence en şahane spor, DışıTürk’ten maç paketi alıp, kanepemize uzanıp maç seyretmektir. Maç izlerken cilveleşmek suretiyle sporumuzu da yapmış oluruz hem. Peşinden de aslanların bizonları kovaladığı bir belgesel izleriz, al sana sporun en şahanesi.

Not: İroniden anlamayan nesile aşina değiliz.

A.Şimşek /21.4.2016/ İstanbul

19 Nisan 2016 Salı

Makyajın İcadı


Değerli okuyucum ;
Bu makyaj hususu, her zaman ilgimi çekmiştir. Yandeks, gugıl gibi platformlar üzerinden yaptığım bilimsel araştırmalardan, makyajın tarihçesine dair dişe dokunur bir sonuç alamayınca, iş başa düştü, deyip bazı teoriler geliştirmeye çalıştım. 
Teori 1:
Makyajın geçmişi, erkeklerin birden fazla eşle evlenebildikleri eski çağlara kadar gidiyor ve günümüzde birden fazla hatunla ‘birliktelik yaşayabilmesine kadar geliyor. Erkeğin bu çok eşli durumu, ister istemez yatak konusunda eşlerini sıraya sokması sonucunu doğruyordu. Ne var ki, bazı kadınlar sıralarına razı olmuyorlar ve bu yüzden de aralarında kıyasıya bir rekabet oluyordu. Günlerden bir gün; sırasına daha 7 gün olan bir kadın, şehevi duygularını bastırmak için bir meyve bahçesine girmiş ve tıka basa kiraz ve vişne yemişti. O kadar yemişti ki, üstü-başı ve ağzı-burnu kıpkırmızı olmuştu. Durumu fark eden bu hatun, elini-yüzünü yıkamak için, hemen mağaraya koşmuş ve banyoya dalmıştı. Tam elini musluğa attığında ise, küvetin içinde kocasıyla kumalarından birisini cilveleşirken görmüştü. Rastlantı bu ya, adam da onu bu kırmızı haliyle görmüş ve şöyle demişti: — Gel bakiyim kız buraya, ne o halin öyle? — Buyur ağam ne istiyon? — Gel bakiyim yamacıma şöyle, ne sürdün len dudaklarına öyle, çok bi tahrik edici olmuşsun. —Hiiiç, biraz kiraz, vişne yidiydim de!.. — İyi iyi, baya yakışmış sana. Gel kız sen de küvete, birlikte yıkanak. Tahmin edileceği üzere, bu diyaloğu, gerçeğe en yakın olması ihtimaline binaen ben uydurdum. 
Magara feysbuklarında ve duman twitlerinde teorimi destekler bazı kanıtlar da bulunmaktadır. Öyle ki, çağdaş edebiyatın baş yapıtsallarından biri kabul edilen Kama-Sutra’da da buna yakın bir anlatım vardır (İnanmayan gitsin baksın). Makyajın tarihçesiyle ilgili olarak, bizi en çok zorlayan konu, eski çağlarda yaşayan kadınların kaporta durumudur. Ne yazık ki, bu mevzu hakkında bilgi sahibi değiliz. Bilinen ilk kaporta müdahelesinin, incir yaprağı olduğu noktasında ( tıpkı başbakanımız gibi noktasında dedim ) tüm ilim adamları ve ulema hemfikirdir. 


Teori 2: İkinci teorime göre makyaj, son derece demokratik bir ortamda yeşermiş veya tercihe göre pembeleşmiş, morlaşmıştır. Demokrasinin, şimdi yaşadığımız demo versiyonu yerine, en hakiki versiyonunun yaşandığı site devletlerinde, yöneticiler vatandaşların geniş katılımıyla seçilmekteydi. O zamanın vatandaşları da, şimdiki gibi çok inançlı kimseler olduklarından; Zeus 12 Emir Kursu veya Eros İmam Hatip Lisesi mezunları öncelikle yönetime seçiliyordu.


Ne var ki, bugünkü yönetici hastalıkları, o zaman da mevcuttu. Kimi yöneticilerin seçmenlere halis muhlis çeliktendir diye dağıttıkları kılıçlar alüminyum çıktığı gibi, 12 beygir gücünde denilerek piyasaya sürülen at arabalarının, aslında 7 katır gücünde olduğu anlaşılıyordu. 

Bu tür tatsızlıklar, yöneticilerin görevden alınmasıyla sonuçlanıyordu. Ancak, görevden alınan yöneticiler, koltuk sevdasından da bir türlü vazgeçmiyorlardı. Yeniden seçilebilmek için, yüzlerine türlü boyalar sürüp, tanınmaz hale gelip, tekrar seçmenden oy istiyorlardı. Hileye başvuran bu yöneticilerden bir kısmı başarılı olup, yeniden seçilebiliyordu. Hilesi anlaşılanlar ise aslanların önüne atılıyordu. İlginçtir, aslanlar dahi, mundardır deyip, bunları yemiyorlar; parçalamakla yetiniyorlardı. Makyajın icat ve tarihçesine dair bilgilerimiz şimdilik bu kadardır değerli okurlar.

A. Şimşek / 19.4.2016 / İstanbul

5 Nisan 2016 Salı

Ne Zaman Emekli Olacağım?


Tuzu kuru memleketlerin insanlarının hoş hayalleri vardır; 

Dünya’yı gezmek tozmak, Paris’te tango yapmak, Rio’da festivale iştirak etmek, Madrid’de boğa güreşi seyretmek gibi… 
Bizcileyin memleketlerde ise, hayallerimizin başında, emekli olmak gelir. İstiklal’de yürürken başına tuğla düşmemesi; gösteri ve yürüyüşlerde biber gazı yememek; çeri domatesi geçen haftaki fiyattan almak; tavuk döner siparişi verip sakat-etle karşılaşmamak ise, bize özgü, hayal bile olmayan, çeşitli beklentilerimizi ifade eder.
Normal şartlarda emekliliğin, hayal kategorisinde ele alınmaması gerekir, Gayet ‘gerçek’ bir olgudur. Ne var ki, ‘mezarda emeklilik’ gibi laflar tedavüle girince, ister istemez, gerçekle hayal arasındaki o sınır da kayboluyor.
Bildiğiniz üzere; ecnebilerin çektiği Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Karayip Korsanları, Yıldız Savaşları, X-Men gibi sayısız fantastik film örneği bulunmaktadır. Bizde fantastik sinema pek ilerleyemediği gibi, çoğunlukla uyarlama şeklindedir. Oysa, emeklilik hayalimize ilişkin bir film, fantastik sinemamıza olağanüstü bir katkı sağlayabilecektir. Ben şimdiden bir film konusu buldum bile değerli okurlar. Filmimizin adı: "Emeklilerin Efendisi " 


Filmin kahramanı, 80’li yıllarda 42 yaşında emekli olan, emekli olduktan sonra da çalışmaya devam ederek, ikinci kez emekli olan bir emekçimizdir. Yer yer flaşbekler de yapılmak suretiyle; Murat 124, Vita yağı gibi görsellere yer vererek; emeklilerimizi onurlandırabiliriz…

Neyse, konumuzu dağıtmayalım.
Gelelim, sorumun sebep ve yanıtına…

Resmi tarihe göre Temmuz, gerçek tarihe göre Şubat ayında 50. yaşıma girmiş bulunurken, Temmuz ayında resmen 50. yaşıma gireceğim. Bu vesileyle, kendim için bir marş da yazdım:
Müjdeler var yurdumun toprağına taşına
Çünkü ben girdim elli yaşıma
Bu rüzgârla şahlanmış, başımda ak saçlarım
Başka türlüsü yakışmaz, bu olgun yaşıma


Emeklilik sorusuna gelmek üzereyim...

10’uncu yaşımı 1976 yılında Mecidiyeköy/Gülbağ Mahallesi’nde idrak etmiş idim. Hattı müdafaa yerine, hattı meşgul etme yolunu seçtiğimden; Gülbağ-Taksim seferini yapmakta olan 66 no’lu otobüsün müdavimlerinden sayılırdım. Bu satırları okuyanlar, İstiklâl’e bira içmeye filan gittiğimi sanabilirler, Ancak böyle bir durum söz konusu değildi; hatta açık/kapalı alanlarda yasak olmamasına rağmen sigara da tüttürmüyordum.
Neyse efendim, konumuz nereye gittiğim değil zaten. İşte, ben bu seyahatlerim esnasında ve dahi 10 yaşımda yaşlılara yer vermeye başlamıştım. Şimdiki müfredatta olmayabilir, fakat o zamanki müfredatta olsa da, olmasa da; öğretmenlerimiz ve büyüklerimiz, yer verme konusunu biz çocuklara iyice belletmişlerdi. 

Gel zaman, git zaman, otobüs hatlarım değişti, fakat huyum değişmedi. Bu yaşıma kadar; yaşlılara, hastalara, engellilere, hamile kadınlara yer vermeye üşenmedim. Bu arada, mahallenin veletleri ‘abi topumuz kaçtı atar mısın buraya?” aşamasından “amca, topumuz kaçtı, atar mısın buraya?” aşamasına geçmiş olsalar da, ne zaman otobüs, minibüs, metrobüs, metro ve tramvaya binsem, yaşlılığı kendime hiç kondurmadan, yer vermeye devam ediyorum.

Her ne kadar, yer vermeye dünden gönüllü olsam da, bazı zorluklar da yaşamıyor değilim hani. Örneğin, metrobüse binmiş oluyorum; bir değil, iki değil 4-5-6 yaşlı insan var. Verebilecek tek bir yerim olduğundan ve bu konu için ihale açıp, zaman da kaybetmek istemediğimden; en yaşlısını tahmin etmek zorunda kalıyorum. Umuyorum ki, hep isabetli tahminler yapıyorumdur.
Bir diğer zorluk ise, hamile kadınlara yer verme konusunda çıkıyor. Bazen, hamile olduğunu sandığım bir kadının, aslında göbekli de olabileceği sorusu, kafamı kurcalamaya başlıyor. Araçlarda, yaşlılara, gazilere ve hamile kadınlara yer verin, kuralı koymuşlar. Göbekli bir kadına yer verip, kural ihlali de yapmak istemiyorum bu arada… Her durumda, vicdanımın sızlamaması bakımından, yerimi verip kurtuluyorum…
Geldik, emeklilik mevzusuna… 

Bendeniz, yer vermekten, ne zaman emekli olacağım?
Mahallenin veletlerinin, “dede dede, topumuz kaçtı, atar mısın?” aşamasına geçmelerini mi beklemeliyim, acaba?


A.Şimşek / 5.4.2016 /İstanbul