...

...
Alptekin Şimşek

25 Aralık 2013 Çarşamba

Böyle Sansür...






“General'in Kızı” filmini izleyenler bu film sonrası yaşanan tartışmayı da hatırlarlar.
Sorun, böyle bir filmin Türkiye'de çekilip, çekilemeyeceği idi. Ortak görüş ise çekilemeyeceği yönündeydi. Ancak, iş bununla bitmiyor tabi. Bir de, neden çekilemiyor sorusunun cevaplandırılması gerekiyor.

Böyle bir film Türkiye’de neden çekilemez? Neden olacak? Demokrasi eksikliği...

Peki, neden demokrasimiz eksik?

Bu sorunun pek çok cevabı var ancak, ben bir yönünü ele alacağım. Bir kere, böyle filmlerin çekilebildiği yerler (ABD gibi), nisbeten bize göre demokratikler (mutlaka sınırsız değil). Nisbi de olsa demokratik olabiliyorlar, çünkü, alacaklı oldukları ülkelerden topladıkları paraları, kendi halklarına bir tutam tattırabiliyorlar (ABD'nin gecen yılkı dış ticaret açığı 250 milyar dolar ve açığı kapatacak olan da, bizim gibi ülkelerden alacaklı oldukları faizler vs.)...

Bizde ise, böyle bir sömürü kaynağı (dışarıdan) olmadığı ve böyle filmlerle de halkı avutmak mümkün olmadığı için, genellikle zor unsuru kullanılır ve elbet kimse böyle filmler çekmeye cesaret edemez... Açıkça sömürülen kitlenin başka türlü zaptı mümkün değildir. Bu yüzdendir ki, en basit talepler jopla, dayakla karşılanır...

Gerçi, çekilmez denilen filmlerin çekildiği, yazılmaz denilen kitapların yazıldığı zamanlar da olur ama yapanlar bazı riskleri göze alırlar...

Uluslararası tekellerin, birer birer ülkemizi işgal ettiği şu günlerde ise, yeni tanıştığımız başka bir "çekilemez" nedenle karşılaşıyoruz. Hani, bazı dizi film ya da filmlerden sonra, bazen doktorlar, bazen avukatlar ve bazen de kapıcılar ayaklanır ya, niye bizi kötü gösterdiniz diye, hani biz de gülerdik... Boşuna gülermişiz aslında, çünkü daha kötüsü varmış. Nasıl mı?

"Amerika'da en çok reklam veren, bizde de, deterjan sanayiini eline geçirmek üzere olan Procter & Gamble Tröstü'dür; Profesör Bagdikian, bu tröstün, televizyonlara verdiği reklam talimatnamesini yayınlıyor. Sabun tröstü reklam verdiği televizyonlarda savaş filmlerinde dehşeti göstermeyi yasaklıyor ve üniformalı olanların kötü gösterilmesini ve hele cinayet işlemesini kesinlikle sansür ediyor. Deterjan Tröstü, filmlerde iş adamlarının acımasız, sevgisiz, aşksız gösterilmelerini reklam yasağı için cürüm sayıyor; eğer bir iş adamı kötü film edilirse, diğer tüm iş adamlarının bundan nefret ettiği filmde yer alacaktı, talimatta bu da var. Bu talimat, yerli-yabancı televizyon dizilerini ve günlük basında oligark süslemelerini anlamamıza katkıda bulunuyor, görüyoruz.

Sigaracıların sansür talimatnamesinde ise sigaraların kül tablasında un edilmesi veya ayak altında ezilmesi yasaklanmaktadır; senarist ve rejisör, sigaraya aşkla yaklaşmak zorundadır. İlaççıların talimatnamesinde ise, hap alarak intihar edenler film edilecek olursa; 'tablet ve şişesi kesinlikle gösterilmeyecek' emri var;her halde izleyenler, benim Amerika'yı değil, ülkemizi tasvir ettiğimi anlamak durumundadırlar." (28 Kasım 1999 Aydınlık- Yalçın Küçük-Ahtopot)

Görülüyor ki, burada sadece bir tekelin yasaklarından söz ediliyor. Ülkemizde yayıncılara reklam veren, irili ufaklı ve yerli- yabancı diğer tekellerin talimatlarını henüz bilmiyoruz ama listenin kabaracağı anlaşılıyor...

Gerekli sansür bu şekilde halledildiği için olsa gerek, RTÜK'e de, Şaban'ın 'eşşoğlueşşek' lerine sansür koymak kalıyor. Böylece, halkımızın, bazen övmek için bile kullandığı 'eşşoğlueşşek'imiz tarih oluyor... RTÜK'ün aklına her halde, pavyonlardan, gazinolardan kameralarını çekmeyen televoleleri, yargıç görevi üstlenmiş programcıları, her birinde mafya güzellemesi yapılan tv dizilerini sansürlemek gelmiyor...

Öküz dergisi yayın yönetmeni Metin Üstündağ'ın da belirttiği gibi, bizde televizyonculuk, halkı üç dakika ağlatmaya ve üç dakikada güldürmeye ayarlı. Bu yüzdendir ki, televoleler tutuyor. Ebru Gündeş ile üç dakika ağlarken, Cem Yılmaz ile üç dakika da gülüyoruz.
Birbirini izleyen üç dakikaların alıcısı halkımız ise, zaten daha fazlasını talep etmiyor...

Benim yıllardır ilgimi çeken başka bir konu ise, şu sponsorluk denilen olgunun, sansüre ne denli etkili olduğu. Düşünsenize, çevrilen her filmin ya da dizinin altına "...'nin katkılarıyla" ibaresi konuyor. Peki, bu sponsorun ya da finansörün hiç mi talebi olmuyor? Olmaması düşünülemez ve galiba bu da ayrı bir araştırma konusu...

A. Şimşek



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder