"...Ben giriş
cümlelerini hep korkuyla yazarım. Sanıyorum bu korku, daha başlangıçta okuru
ele geçirme kaygısından çok, ilk cümlelerin sonraki yazacaklarımı da
bağlayacağını düşünmemden kaynaklanıyor..."(Hasan Ali Toptaş)
Dergi arşivimi karıştırırken rastladığım şu cümle,
şimdiye kadar okuduğum romanların giriş cümlelerine hiç dikkat etmemiş olduğumu
farkettirdi bana. Oysa yazar Demir Özlü, 'ilk cümlelerden sözlük bile
yapılabilir' diyor. Alıntı yaptığım dergide konuyu hazırlayan yazar, ünlü romanların girişlerinden örnekler vermiş. Sizlerle bu örnekleri paylaşmadan önce, bu yazının giriş cümlesi için hayli zorlandığımı itiraf etmeliyim. Çünkü ben, yukarıdaki yazardan farklı olarak, hem okuyucuyu ilk cümleden itibaren yazının içine çekmek ve hem de sonraki cümleler için sağlam bir temel oluşturmak kaygısını taşıyorum...
Dergide giriş cümleleri çeşitli açılardan tasnif edilmiş. İlk sırada 'tarihli, yağmurlu ve tasvirli' girişler var. İşte birkaç örnek:
Patrick Suskind(Koku): "Onsekizinci yüzyılda Fransa'da dahi ve iğrenç kişiler yönünden hiç de yoksul olmayan bu dönemin en dahi ve iğrenç kişilerinden biri sayılması gereken bir adam yaşadı. Burada onun hikayesi anlatılacak."
Stendhal(Parma Manastırı): "15 Mayıs 1796'da General Bonaparte, ladi köprüsünü geçen o genç ordunun başında Milano'ya girdi ve Cesar'la İskender'e, bunca asır sonra bir halef çıktığını cihana gösterdi."
Albert Camus(Veba): "Bu hikayenin konusunu teşkil eden garip olaylar 194...da Oran'da geçti."
Balzac(Esrarlı Bir Vaka): "1803 Sonbaharı..."
Graham Greene(Sessiz Amerikalı): "Akşam yemeğinden sonra..."
Latife Tekin(Berci Kristin Çöp Masalları): "Bir kış gecesinde..."
Dostoyevski(Beyaz Geceler): "Nefis bir geceydi"
Vedat Türkali(Tek Kişilik Ölüm): "Kar serpiştirmeye başladı"
Şolohov(Don Kıyısında Hasat): "Yağmurdan sonra toprak iyice ıslanıp kabarmıştı"
William Faulkner(Köy): "Frenchman's Bend, Jefferson'ın yirmi mil güneydoğusunda uzanan verimli ırmak yatağından oluşmuş yörenin bir parçasıydı"
Yaşar Kemal(Ağrı Dağı Efsanesi): Ağrıdağının yamacında, dört bin iki yüz metrede bir göl vardır, adına Küp gölü derler"
İlginç girişler, olarak ayrılmış bölümde ise şu girişler var:
Nadine Gordiner(Başka Dünyalar): "Köylülerin yüzlerinden nefret ediyorum"
Tom Robbins(Parfümün Dansı): "Pancar sebzelerin en keskinidir"
Balzac(Vadideki Zambak): "İsteğine boyun eğiyorum"
Adalet Ağaoğlu(Dar Zamanlar): "İntihar etmeyeceksek içelim bari!"
Buraya bır kısmını aldığım giriş cümleleri büyük yazar olmanın ipuçlarını veriyor mu, yorumu siz okurlara ait olmak üzere, ben de kendi seçtiğim romanlardan birkaç giriş ve son cümle vermek istiyorum:
Dostoyevski(Budala)
Giriş: "Ilık geçen kasım sonu günlerinden birinde Varşova Petersburg treni bütün hızıyla..."
Son: "Avrupa bizim için olduğu kadar biz de Avrupa için fanteziden başka bir şey değiliz! Bu sözlerimi unutmayın, sonunda bana hak vereceksiniz!.."
Budala'nın son iki cümlesi, Avrupa Topluluğu kapılarına dayandığımız şu günlerde, anlamlı mesajlar veriyor sanki ama mesaj tam 1868 yılında verilmiş...
Şimdi de Turgenyev'in Babalar ve Çocuklar romanına bakalım:
Giriş: "1859 yılı 20 Mayısında, sırtında kısa, tozlu bir palto, ayağında damalı pantolon, kırk yaşlarında, başı açık bir adam..."
Son: "Bu çiçekler bize, yalnız sonsuz durgunluğu, 'umursamaz' tabiatın o büyük durgunluğunu anlatmazlar; onlar bize, aynı zamanda, sonsuz bir uzlaşmayı, ölümsüz bir hayatı da anlatırlar..."
Bu son cümle ise, her gün başka bir olayla ayağa kalkan ülkemizin tam tersi bir durumu haber veriyor sanki...
Başka bir klasik Victor Hugo'nun Sefilleri'ne ne dersiniz?
"1815 yılında, Bay Charles... D...'nin piskoposuydu..."
Ya Upton Sinclair'in Petrol'ü:
"Kıyıları makasla düzeltilmiş gibi dümdüz, tam ondört ayak genişliğindeki yol; vadiye, dev bir el tarafından çizilmiş gri bir çimento şerit gibi uzuyordu..."
Son cümle ise hayli ürkütücü: "Dünyada kol gezen, kadınları ve erkekleri sakatlayan, ulusları hak edilmemiş servetler kazanma, emeği köleleştirme düşleriyle, insanlığı yıkıma sürükleyen kötü bir güç bu!"
Roman girişleriyle ilgili olarak kendi düşüncelerimi ifade edecek olursam... Biz insanlar dünyaya gelirken ve ondan ayrılırken bir fark göstermiyoruz. Şu veya bu şekilde tümümüz doğuyor ve ölüyoruz. Fark ise, galiba nasıl yaşadığımız sorusunda ortaya çıkıyor. Buradan hareketle, nasıl bir cümleyle başladığı ya da bittiğinden çok, neler anlattığıyla daha çok ilgiliyim romanın. Belki de bu yüzden okuduğum hiç bir romanın giriş cümlesine dikkat etmedim...
Şu anda herkes, bir yerlerde kendi romanını yaşıyor ve yazıyor...
En güzel roman henüz yazılmamış olandır!.. Sizce de öyle değil mi?
A. Şimşek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder