“General'in Kızı” filmini izleyenler
bu film sonrası yaşanan tartışmayı da hatırlarlar.
Sorun, böyle bir filmin Türkiye'de
çekilip, çekilemeyeceği idi. Ortak görüş ise çekilemeyeceği yönündeydi. Ancak,
iş bununla bitmiyor tabi. Bir de, neden çekilemiyor sorusunun cevaplandırılması
gerekiyor.
Böyle bir film Türkiye’de neden
çekilemez? Neden olacak? Demokrasi
eksikliği...
Peki, neden demokrasimiz eksik?
Bu sorunun pek çok cevabı var ancak,
ben bir yönünü ele alacağım. Bir kere, böyle filmlerin çekilebildiği yerler (ABD
gibi), nisbeten bize göre demokratikler (mutlaka sınırsız değil). Nisbi de olsa
demokratik olabiliyorlar, çünkü, alacaklı oldukları ülkelerden topladıkları
paraları, kendi halklarına bir tutam tattırabiliyorlar (ABD'nin gecen yılkı dış
ticaret açığı 250 milyar dolar ve açığı kapatacak olan da, bizim gibi
ülkelerden alacaklı oldukları faizler vs.)...
Bizde ise, böyle bir sömürü kaynağı
(dışarıdan) olmadığı ve böyle filmlerle de halkı avutmak mümkün olmadığı için,
genellikle zor unsuru kullanılır ve elbet kimse böyle filmler çekmeye cesaret
edemez... Açıkça sömürülen kitlenin başka türlü zaptı mümkün değildir. Bu
yüzdendir ki, en basit talepler jopla, dayakla karşılanır...
Gerçi, çekilmez denilen filmlerin
çekildiği, yazılmaz denilen kitapların yazıldığı zamanlar da olur ama yapanlar
bazı riskleri göze alırlar...
Uluslararası tekellerin, birer birer
ülkemizi işgal ettiği şu günlerde ise, yeni tanıştığımız başka bir
"çekilemez" nedenle karşılaşıyoruz. Hani, bazı dizi film ya da filmlerden
sonra, bazen doktorlar, bazen avukatlar ve bazen de kapıcılar ayaklanır ya,
niye bizi kötü gösterdiniz diye, hani biz de gülerdik... Boşuna gülermişiz
aslında, çünkü daha kötüsü varmış. Nasıl mı?
"Amerika'da
en çok reklam veren, bizde de, deterjan sanayiini eline geçirmek üzere olan
Procter & Gamble Tröstü'dür; Profesör Bagdikian, bu tröstün, televizyonlara
verdiği reklam talimatnamesini yayınlıyor. Sabun tröstü reklam verdiği
televizyonlarda savaş filmlerinde dehşeti göstermeyi yasaklıyor ve üniformalı
olanların kötü gösterilmesini ve hele cinayet işlemesini kesinlikle sansür
ediyor. Deterjan Tröstü, filmlerde iş adamlarının acımasız, sevgisiz, aşksız
gösterilmelerini reklam yasağı için cürüm sayıyor; eğer bir iş adamı kötü film
edilirse, diğer tüm iş adamlarının bundan nefret ettiği filmde yer alacaktı,
talimatta bu da var. Bu talimat, yerli-yabancı televizyon dizilerini ve günlük
basında oligark süslemelerini anlamamıza katkıda bulunuyor, görüyoruz.
Sigaracıların
sansür talimatnamesinde ise sigaraların kül tablasında un edilmesi veya ayak
altında ezilmesi yasaklanmaktadır; senarist ve rejisör, sigaraya aşkla
yaklaşmak zorundadır. İlaççıların talimatnamesinde ise, hap alarak intihar
edenler film edilecek olursa; 'tablet ve şişesi kesinlikle gösterilmeyecek'
emri var;her halde izleyenler, benim Amerika'yı değil, ülkemizi tasvir ettiğimi
anlamak durumundadırlar." (28 Kasım 1999
Aydınlık- Yalçın Küçük-Ahtopot)
Görülüyor ki, burada sadece bir
tekelin yasaklarından söz ediliyor. Ülkemizde yayıncılara reklam veren, irili
ufaklı ve yerli- yabancı diğer tekellerin talimatlarını henüz bilmiyoruz ama
listenin kabaracağı anlaşılıyor...
Gerekli sansür bu şekilde
halledildiği için olsa gerek, RTÜK'e de, Şaban'ın 'eşşoğlueşşek' lerine sansür
koymak kalıyor. Böylece, halkımızın, bazen övmek için bile kullandığı
'eşşoğlueşşek'imiz tarih oluyor... RTÜK'ün aklına her halde, pavyonlardan,
gazinolardan kameralarını çekmeyen televoleleri, yargıç görevi üstlenmiş
programcıları, her birinde mafya güzellemesi yapılan tv dizilerini sansürlemek
gelmiyor...
Öküz dergisi yayın yönetmeni Metin
Üstündağ'ın da belirttiği gibi, bizde televizyonculuk, halkı üç dakika
ağlatmaya ve üç dakikada güldürmeye ayarlı. Bu yüzdendir ki, televoleler
tutuyor. Ebru Gündeş ile üç dakika ağlarken, Cem Yılmaz ile üç dakika da
gülüyoruz.
Birbirini izleyen üç dakikaların alıcısı halkımız ise, zaten daha
fazlasını talep etmiyor...
Benim yıllardır ilgimi çeken başka
bir konu ise, şu sponsorluk denilen olgunun, sansüre ne denli etkili olduğu.
Düşünsenize, çevrilen her filmin ya da dizinin altına "...'nin katkılarıyla" ibaresi
konuyor. Peki, bu sponsorun ya da finansörün hiç mi talebi olmuyor? Olmaması
düşünülemez ve galiba bu da ayrı bir araştırma konusu...
A. Şimşek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder