Bu
ülkenin vatandaşları kendilerine uzatılan mikrofonlara yıllardır 'devlet
bize kulak versin' dedi durdu. Sonunda bu dilek gerçekleşti:
- Emniyet, Cemaat dinliyor
- MİT dinliyor
- NSA dinliyor
- Jandarma dinliyor
Dünya'nın en çok dinlenilen vatandaşlarıyız.
Allah'tan başka bir şey istesek olacakmış...
A. Şimşek /25.2.2014 / İstanbul
Sitdown Mizah, suya-sabuna dokunması, mesaj kaygılı olması ve dahi "refleks kahkaha" düşmanı olmakla; stand-up'a ziyadesiyle karşıdır. Mesaj, her zaman siyasi değildir, bazı vakit toplumsal, bazı vakit bireyseldir. Sitdown Mizah, esas itibariyle, 1997 yılında hayat bulmuştu ve ürünleri, halen internet ortamlarında anonimsel olarak dolaşmaktadır. Arifesiyle birlikte 20 senelik maceradır...
...
25 Şubat 2014 Salı
Abbas Kiarostami
"Eskiden,
sinema salonlarında ışıkların perdedeki görüntüler daha iyi
görülebilsin diye söndürüldüğünü düşünürdüm. Sonra, koltuklarına rahatça
yerleşmiş izleyicilere daha yakından bakınca çok daha önemli bir nedeni
olduğunu gördüm: Karanlık, izleyicinin kendini diğerlerinden
ayırmasını ve yalnız kalmasını sağlıyordu. İzleyiciler hem diğerleriyle
beraberdiler, hem de onlardan ayrı.
İzleyicilere sinematografik bir dünya gösterdiğimizde, her biri kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak kendilerine özel bir dünya kurmayı öğrenirler.
Bir yönetmen olarak, bu yaratıcı alışverişe inanıyorum, yoksa seyirci de sinema da ölür giderdi. Mükemmel işleyen kusursuz hikâyelerin çok önemli bir sorunları vardır: Seyircinin hikâyeye dâhil olmasına imkân vermezler.
Hikâyesi olmayan filmlerin izleyiciler tarafından pek tutulmadığı doğrudur ama hikâyelerin de eksik alanlara, bulmacalardakilere benzer beyazlıklara, seyircilerin doldurabilmesi için bırakılan boşluklara ihtiyacı vardır. Ya da izleyicilerin polisiyelerdeki özel dedektifler gibi keşfedebilecekleri açıklara ihtiyacı vardır.
Ben seyircisine daha çok imkân ve zaman sunan bir sinemaya inanıyorum. Yarı yaratılmış bir sinema bu, seyircisinin yaratıcı ruhunun katkısıyla tamamlanmayı başarabilen henüz bitmemiş bir sinema. Bugüne dek izlediğimiz yüzlerce filmde olduğu gibi. Seyircisine ait olan ve onların dünyasına karşılık gelen bir sinema bu.
Her eserin, her filmin dünyası yeni bir gerçeği açıklar. Salonun karanlığında, izleyicilere düş görme ve bu düşleri özgürce ifade etme fırsatı sunarız. Sanatın şeyleri değiştirmek ve yeni düşünceler ortaya çıkarmak gibi bir yönü varsa, bunun başarılması ancak yöneldiğimiz insanların, tek tek her bir izleyicinin yaratıcılığını özgürce bu alışverişe katmasıyla mümkündür.
Sanatçının ve yöneldiği bu insanların gerçek ve kurmaca dünyaları arasında sağlam ve kalıcı bir bağ vardır. Evet, sanat bireyin kendi arzuları ve ölçütleriyle örtüşen kendi dünyasını kurmasına yardımcı olur ama aynı zamanda kendisine zorla dayatılan gerçekleri reddetmesine de yardımcı olur. Sanat, sanatçıya ve izleyicisine sokaktaki insanların her gün yaşadığı acının ve tutkunun ardındaki gizli gerçeğe dair çok daha keskin bir görüşe sahip olma imkânı sunar. Bir yönetmen gündelik yaşamı değiştirme hedefine ancak izleyicisinin suç ortaklığıyla ulaşabilir. Bu da yalnızca filmiyle, seyircilerin de kavramayı başarabilecekleri çelişkiler ve çatışmalarla dolu bir dünya yarattığında mümkün olur.
Formül basit: gerçek olduğunu kabul ettiğimiz ama adil olmayan bir dünya var. Bu dünya bizim hayal gücümüzün bir meyvesi değil ve biz bu dünyadan, olması gerektiği üzre, hoşnut değiliz ama sinematografik teknikler aracılığıyla, içinde yaşadığımızdan yüz kat daha gerçek ve adil bir dünya yaratabiliyoruz. Bu, bizim yarattığımız dünyanın sahte bir adalet duygusu sunduğu manasına gelmez ama bizim ideal dünya tasavvurumuzla gerçek dünya arasındaki çelişkilerin altını çizmemizi sağlar. Bu kurmaca dünyada biz umuttan, acıdan ve tutkudan konuşuruz.
Sinema bizim düşlerimize açılan bir penceredir, onun aracılığıyla kendimizi daha kolay tanımlarız. Sinema yoluyla edindiğimiz bu bilgiler ve tutkular sayesinde hayatı düşlerimiz lehine dönüştürürüz.
Bir sinema koltuğu bir psikanalistin divanından çok daha işlevseldir. Bir sinema koltuğuna oturur ve kendimizi akışa bırakırız ve belki de burası bizlerin kendimizi birbirimize hem en yakın hem de en uzak hissettiğimiz tek yerdir: işte sinemanın mucizesi budur.
Gelecek
yüzyılın sinemasında, seyirciye üretilen eserin yapıcı ve zeki bir
unsuru olarak saygı gösterilmesi kaçınılmaz olacak. Bu saygıyı
gösterebilmek için, yönetmenin belki de seyirciye eserin tek sahibi
olarak baktığı o bildik konumundan uzaklaşması gerekecek. Yönetmenin de
kendi filminin seyircisi olması gerekecek.
Bir
yüzyıl boyunca, sinema hep yönetmenin oldu. Umut edelim ki, şimdi şu
başlayan ikinci yüzyılda artık zamanı gelsin ve seyircinin de sineması
olsun."
http://newalaqasaba.wordpress.com/
21 Şubat 2014 Cuma
Kediler
Kedimizle oynarken, o mu bizi
eğlendiriyor, yoksa biz mi onu eğlendiriyoruz kim
bilebilir?(Montaigne)
Kediler duyguları konusunda
dürüsttürler. İnsanlar ise duygularını gizlerler. ( Ernest
Hemingway)
Hayatın sıkıntısından 2 şeyle
uzaklaşabilirsiniz: Müzik ve kediler(Albert Schweitzer)
Kediler gizemli yaratıklardır... Sizi
mi seviyorlar yoksa yalnızca lütfedip evinizde mi kalıyorlar asla
bilemezsiniz. Onları son derece çekici kılan bu gizemdir. (Paul
Moore)
Küçük tüylü yaramazlar yalnızca
bütün duygularınızı boşalttığınız derin, çok derin
kuyulardır. (Bruce Schimmel)
Bütün hayvanlar arasında yalnızca
kedidir yaşamı seyreden. Varolmanın döner dolabını mesafeli bir
konumdan izler. Kedide sempatik olma kaygısı yoktur. Yalnızca
yaşar, uzak, dingin ve bilge. (Andrew Lang)
Kedimle oynadığım zaman, kimbilir
belki de o benle daha fazla oynuyordur. (Montaigne)
Köpek düzyazıdır, kedi ise bir
şiir. (Jean Burden)
İnsanlar hakkında psikolojik romanlar
yazmak istiyorsanız yapacağınız en iyi şey bir çift kedi
edinmektir. (Aldous Huxley)
Birçok filozof ve kedi tanıdım,
kedilerin bilgeliği daha üstündü. (Hippolyte Taine)
20 Şubat 2014 Perşembe
Tatlı Sözlük (14)
BOKBÖCEĞİ:
Allah sizi inandırsın, bir ansiklopedide tesadüfen görmesem,
yeryüzünde böyle bir hayvanat olacağına hiç inanmazdım.
Huzurlarınızda bu hayvanı ve hayvana bu ismi veren yüce şahsı
kutlamak isterim; bir isim ancak bu kadar öğğğrktürücü
olabilirdi.
Neyse
midemi bulandırmamaya çalışarak, birkaç kelam da bunlar için
edelim. Şimdi şu bilimsel alıntıya dikkatinizi çekmek isterim:
"Eski Mısır'da bokböcekleri yaşamın, ölümsüzlüğün ve
varoluşun simgesiydi. "
Pes doğrusu, ben de Mısırlıları uygar bir toplum olarak bilirdim. Şu dakika gözümden düştüler. Lafa bak ölümsüzlüğü simgeliyormuş, hem de varoluşu. Af buyurun ama bunlara simge için başka bir haysiyetli hayvan bulamamışlar mı?.. Çok teessüf ederim, çooook!..
Pes doğrusu, ben de Mısırlıları uygar bir toplum olarak bilirdim. Şu dakika gözümden düştüler. Lafa bak ölümsüzlüğü simgeliyormuş, hem de varoluşu. Af buyurun ama bunlara simge için başka bir haysiyetli hayvan bulamamışlar mı?.. Çok teessüf ederim, çooook!..
Bu
arada, bu hayvanların hakkını yemek de istemem tabi (zaten onlara
ait hiçbir şeye dokunmak bile istemem), bunların faydalı oldukları
bir husus da var(mış). O da şu ki, büyük otoburların
dışkılarını yiyerek, dünyanın ekolojik dengesini
koruyorlarmış. Görüyorsunuz işte adaleti, ekolojik dengemiz
kimlere kalmış.
Bu
iğrenç hayvanların aşk hayatına girmeyi gururuma yediremiyorum,
merak eden varsa gitsin başka bir kitaptan okusun...
A Şimşek
19 Şubat 2014 Çarşamba
Kolay Ayrılma Ve Boşanma Yolları (9.Bölüm)
Ayrılmanın
hukuksal boyutuna, akıl hastalığı ile devam ediyoruz. Önce,
maddemize bir göz atalım:
Madde
165 - Eşlerden biri akıl
hastası olup da bu yüzden
ortak hayat diğer eş için
çekilmez hale gelirse,
hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmi
sağlık kurulu raporuyla
tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.
Maddemizin
açıklamasına geçmeden önce, bir ikazda bulunmayı ihmal
etmeyelim:
Siz
siz olun, henüz sözlü veya nişanlıyken ayrılmanın bir yolunu
bulun. Evlendikten sonra ayrılmak, deveye hendek atlatmaktan beter
bir durumdur. Nikâh memuru sizi evlendirirken, “Evladım
aklınız başınızda mı?” veya
“Ortak hayatı birlikte
sürdürecek kapasiteniz var mı?”
diye asla sormaz. Ancak, boşanmaya kalktığınızda, “hâkim
bey”e
ortak hayatınızın çekilmez
hale geldiğini kanıtlamanız gerekmektedir.
Akıl
hastalığı nedeniyle boşanmak, o kadar kolay bir iş değil.
Evvela eşlerden birisi akıl hastası olacak, ikinci olarak
hastalığın geçmesinin mümkün olmadığı resmî sağlık kurulu
raporuyla tespit edilecek ve tüm bunların üstüne akıl hastalığı,
diğer eş için ortak hayatı çekilmez hale getirecek... Biz bu
duruma, tıp dilinde kısaca “ölme
eşşeğim ölme” diyoruz.
“Bu
memlekette yaşayıp da, akıl sağlığını korumak mümkün mü?”
şeklinde düşünebilirsiniz, ancak bu düşünceniz mahkemeyi zerre
kadar ilgilendirmez. Boşanmak için başvuracağınız mahkeme, akıl
hastası olup olmadığınızın tespiti için sizi Adli Tıp
Kurumu’na yollayıverir ve bu kurum tarafından verilecek olan
rapor, kaderinizin rotasını çizer veya duruma göre çiziktirir.
“Adli
Tıp, akıl hastalığım konusunda rapor verir ve ben de güzel
güzel boşanırım”
şeklindeki bir düşünce, sizi düşünce suçlusu yapmaz ama
saftorik olduğunuz konusunda hoyratça bir ipucu verir. Adli Tıp
Kurumu’na sevk edildiğinizde kendinize sormanız gereken asıl
soru şudur: “Üleeen, akıl
sağlığı yerindedir, diye rapor verirlerse halim nic’olur?”
Bu sefer güzel sordunuz Allah için. Bırakın akıllı olduğunuza
dair raporu, Einstein’ın zekasına denk bir zekanız olduğuna
dair bir rapor da çıkabilir. Böyle bir rapor çıktığında ise
sittinsene boşanamazsınız.
Diyelim
ki, demek de öyle zor ki, ilgili kurumun sizin için “akıl
hastasıdır” şeklinde rapor verip, bu hastalığın geçmeyeceğine
dair de birkaç güzel paragraf ilave ettiğini kabul edelim. İyi
güzel de, ya eşiniz boşanma davası açmazsa!.. Öyle ya, akıl
hastalığınız eşinizi hiç rahatsız etmeyebilir.
Eşinizin
boşanma davası açma ihtimalini severek boşanmanız mümkün
değildir. Bu yüzden, dikkatli bir plana ihtiyacınız vardır. Bu
plan ise, iki aşamalı olmak zorundadır:
1- Eşinizin akıl
sağlığını bozmak
2- Boşanma davası açmak
Bir
eşin akıl sağlığını bozmak, çok kolay bir iş olmamakla
birlikte, olmayacak bir iş de değildir. Eşinizin kadın veya erkek
olmasına göre; farklı yöntemler izlemek gerekecektir. Neymiş bunlar görelim;
Eşin
Akıl Sağlığını Bozmak...
“Akıl
Hastalığı” nedeniyle
boşanabilmek için, eşimizin akıl sağlığını bozmamız ve
peşinden boşanma davası açmamız gerektiğini belirtmiştik.
Bazı
durumlarda, eşinizin akıl sağlığını bozmanız gerekmez, çünkü
zaten bozuktur. Akıl hastalıkları konusundaki bilgi
yetersizliğiniz, sizin bu durumu teşhis etmenizi engeller. Örneğin,
sevgili eşiniz, cep telefonundan size sürekli kısa mesaj gönderen
birisi olabilir. Siz, bu mesajları okuyup siliyor olabilirsiniz,
ilgiyle okuyup saklıyor olabilirsiniz veya okumadan siliyor
olabilirsiniz. Tüm bunların hiçbir önemi yok. Önemli olan
eşinizin size sürekli olarak sms göndermesidir. Neden mi, işte
şundan:
“ABD’li
psikiyatr Doktor Jerald Block, “American Journal of Psychiatry”
adı dergide yayımlanan makalesinde, e-posta ve cep telefonundan
kısa mesaj göndermenin
bir bağımlılık haline gelebildiğini
ve bu bağımlılığın bir akıl
hastalığı türü olarak
değerlendirilebileceğini yazdı.”
Eşiniz,
sık sık sms gönderen biri olmayabilir. Bu yüzden, size sms
göndermesi konusunda kendisini teşvik etmeyi ihmal etmeyiniz. Kısa
mesaj gönderme konusunda telkinde bulunurken, yukarıdaki haberden
elbette hiçbir şekilde söz etmeyiniz. Size gönderilen sms’lere
de cevap vermemeyi tercih ediniz. Birkaç ay bu şekilde
sms’lendikten sonra, mesaj kayıtlarıyla birlikte boşanmak için
ilgili mahkemeye başvurunuz.
Ayrılma
kararımızın başarısını, eşimizin sms manyağı olma
ihtimaline bağlamak, hiç kuşkusuz “Kürt Açılımı” yapıp,
içini başkalarının doldurmasını beklemeye benzer. İyi bir
ayrılıkçı, kutunun içindeki Schrödinger'in kedisinin,
mekanizmayı harekete geçirip geçirmediğini tahmin etmeye
çalışarak ömrünü geçirmez. Bütün olumsuz olasılıkları
bertaraf eder ve geriye yalnızca hoşuna gidecek olasılığı
bırakır (Nihayet Schrödinger'in Kedisi’ni yazımın bir yerine
sokuşturup, entel köşe yazarları kervanına katıldım, ölsem de
gam yemem artık).
Hazır
Schrödinger'in Kedisi'nden laf açılmışken; erkek okurlarımız,
romantik bir akşam yemeğinde, 1 saat kadar bu kediden
bahsederlerse, eşlerinin vidalarından en az bir tanesini başarıyla
yerinden oynatmış olurlar.
Kadın
ayrılıkçılarımız için de güzel bir taktiğimiz var. Ereksiyon
sorununu çözdüğünü iddia eden ne kadar web sitesi varsa, tümünü
kocanıza forward edin. 1 haftalık bir forward kürü, kocanızın
önce aşağılık kompleksine kapılmasına, sonrasında ise
intihara meyilli bir ruh haline neden olur.
En
ağır akıl hastalıklarından bir tanesi şizofrenidir, değerli
okurlar. Bu hastalıklardan muzdarip olan kişilerde gerçeklikten
kopma, kişilik bölünmesi, halüsinasyon ve illüzyon görme gibi
belirtiler gözlemlenir.
Türkiye
ikliminde yetişmiş bir kadın; mutfakta aşçı, sokakta
hanımefendi ve yatakta fahişe olması gerektiğine ilişkin güçlü
bir inancı benimser. Bu inanç, ona şizofreni teşhisi koymamızda
büyük bir kolaylık sağlar. Sokakta başka, mutfakta başka olan
bir kadının kişiliğinin bölündüğünü rahatlıkla
kanıtlayabiliriz.
Halüsinasyon
ve illüzyon görme arızası, çoğunlukla erkek cinsinde karşımıza
çıkar. Ofsaytları gol, faulleri penaltı olarak görmek ve
benimsemek, tamamen erkeklere özgü bir illüzyondur. Kadınların,
kocalarına “ofsayt nedir?”, “penaltı kime denir?” gibi
ahretlik sorular sorması, bir erkeği kestirmeden akıl hastası
etmenin yollarından birisidir.
Değerli
okurlar, bu yazı birkaç kilometre uzatmak mümkün, ancak fazlasına
lüzum yok. Yazının anafikri anlaşılmıştır sanıyorum. Türk
Medeni Kanunu’nun nikah memuruna verdiği yetkinin lanetinden
kurtulmak için, yine Türk Medeni Kanunu’ndan yararlanıyor ve
eşimizin akıl hastalığını bir güzel teşhis ettikten sonra,
hiç çekinmeden boşanma davamızı açıp gereğini yapıyoruz.
Daha bitmedi, devam edecek...
Ayrı
kalın...
A. Şimşek
17 Şubat 2014 Pazartesi
Kediler Günü
Tarçın |
Kendine has karakterleriyle sadece insanlarda değil diğer hayvanlarda bile şefkat ve korunma duygusu yaratan bu sevimli canlılar internetin de yaygınlaşmasıyla birer fenomen haline geldiler. Dünyada 500 milyon ev kedisi varmış. Sokaktakilerle birlikte sayı oldukça kabarık.
Ben de bir hayvansever- kedisever olarak başta Tarçın olmak üzere mahallemizdeki, bahçemizdeki ve İstanbul sokaklarındaki kedileri görüntülemeyi seviyorum. Şu salak dünyanın olabildiğince keyfini çıkartıp bize de keyifli hale getirdikleri için iyi ki varlar :)
Bugün vesilesiyle tüm kedilerin kediler gününü kutluyorum. Patilerinden gözlerinden, gıdılarından öpüyorum.
Burç Yorumları (Balık Burcu)
BALIK BURCU (20 Şubat- 20 Mart):
En büyük özelliği canlılık olan balık burcu mensupları, enterasandır, oltaya geldikten sonra bile olağanüstü bir canlılık gösterirler. Ancak, oltadaki bu canlılıklarının son canlılıkları olduğunu söylememe, bilmem gerek var mıdır?..
Rahatlıkla tahmin edileceği üzere balıklar su grubundandırlar. Bu durumun bir uzantısı olarak sulu gözlüdürler. Buna karşın, zaten sulu bir ortamda yaşadıkları için bunların gözyaşları o kadar suyun içinde farkedilmez bile. Gene de hep ağlarlar, hep ağlarlar...
En çok yetenekli oldukları konu, başkalarına karşı ilgi ve şefkat göstermeleridir. Bu konuda rakipsizdirler. Bu yeteneklerini ifade ettikleri yer ise, umumiyetle kadın- erkek ilişkileridir. Bu burcun kadını da, erkeği de, karşı cinsi ayartmada üstün başarı gösterirler. Şunu da eklemek gerekir ki, sahip oldukları bu yeteneği, sadece karşı cinsle ilişkilerde kullandıklarını söylemek onlara büyük bir haksızlık olur. Hayvanseverler, çevreseverler, çiçekseverler, kediseverler, köpekseverler, yurtseverler ve seviciler de gene bu burçtan çıkarlar.
Balıklar çevre konusunda çok duyarlıdırlar ve uygun yerlere şöyle tabelalar yazarlar:
-Okyanusunu temiz tut denizi koru
- Lütfen deniz kaktüslerine basmayınız
- Kılçık balıkta güzeldir
- Bugün ölecekmiş gibi miden için, yarın ölecekmiş gibi de Kumkapı için yaşa
- Seni de severim yemi de; yemi yeyinceye seni ton balığı oluncaya kadar
Hayatta vazgeçemedikleri en önemli unsur huzurdur. Tüm hayatlarını işte bu huzuru nasıl bulurum sorusuna ayırdıklarından genellikle de huzursuz bir ruh haline sahiptirler. Son durakları ise her daim huzurevleridir.
Servete ve mutluluğa ulaşmak da, bu burcun insanının her zaman içinde yaşattığı bir amaçtır. Tüm burçlar serveti arzular elbette, ama balığın farkı, bunu diğerleri gibi çalışarak yapmak yerine loto ve totolardan yapmayı düşünmektir. Sayısal loto, toto, altılı, barbut, üç halka yirmibeş, okey, pişti, tombala oyunları balıksız düşünülemez. Talih oyunlarıyla balık burcu arasındaki bağıntı, tıpkı ülkersiz çay saati düşünülemez türünden bir ilişkiyi betimler.
Balık burcunun en olumsuz yönü, kendini küçümsemektir. Örneğin siz kendisinden bir bardak su getirmesini istediğinizde, bunu büyük bir ihtimalle reddedecektir. Reddederken de, bardağı getirirken yere düşürüp kırmasının % 100 bir ihtimal olduğunu söyleyecektir. Balık burcu insanının bu tarz yaklaşımının gerçek sebeninin kendini küçümsemesi mi, yoksa kaytarıcı bir ruha sahip olması mı olduğu halen bilim çevrelerinde tartışılan bir husustur.
Balık burcu cemiyeti üyeleri, genellikle sindirim sistemi rahatsızlıklarından yakınırlar. Bu da gayet doğaldır, çünkü yutulan o kadar zokadan sonra duygusal sistemin zarar görmemesi mümkün değildir. Balık burcu insanının en önemli özelliklerinden birisi de, sanatçı ruhlu ve hayalperest olmalarıdır. Sanatçı ruhlu olmaları nedeniyle devlet sanatçılığından en çok bunlar nasiplenir. Hayalleri ise onları Karaköy civarlarına kadar götürebilir. Bu yüzden hayal kurarken biraz dikkatli olmalarında yarar vardır.
Balığın erkeği, kadını ve hatta travestisi karamsarlığa çabuk kapılır; her gördükleri nineyi el nino sanarlar ve hemen bir büyük rakı açarak "Batsın bu okyanus" şarkısını terennüm ederler. Çift karakterli olmak gibi bir özelliği de bünyelerinde barındıran balıklar, bu yönleriyle parti kurmaya çok elverişlidirler. Partilerinin her kapatılışında; "battı balık yan gider", diyerek bir yenisini kurarlar.
Balık burçlular ile ilgili bir diğer önemli bilgi de, balığın baştan kokmasi sebebiyle, balığın dişisinin çorap yıkamak gibi bir sorunsalı olmamasıdır. Buna karşın, bol bol şapka yıkaması gerekmektedir. Balık burcu kadınını elde etmek çok güçtür. Bunu amaçlayan her hangi bir kimsenin, balığı kavağa çıkarmayı göze alması lazımdır.
Uğurlu sayısı : 7, 11, 73, 354, 7299, 65789, 456342, 2349809, 567483938 hasılı, her hangi bir talih oyununda kendisine üç- beş kuruş kazandırmış her rakam uğurlu sayısıdır
Sevdiği renk : Deniz mavisi, deniz yeşili, deniz kırmızısı, deniz turuncusu, deniz eflatunu vs. Hazettiği kitap : Denizler Altında Yirmibin Fersah
Uğurlu taşı : Deniz taşı
Uğurlu artisti : Uğur Yücel
Uğurlu sebzesi : Deniz karnabaharı
Hoşlandığı şahıs : Kaptan Kusto
Muhtemel hastalığı : Pek tabi romatizma
Bu burcun ünlüleri : Deniz kızı eftelya, hamsi, tava, jaws, balık adam, denizaltı, su yosunu, deniz atı, kavağa çıkan balık, baştan kokan balık, deniz kestanesi, deniz baykal, BEN
Burcun ünsüzleri ise : B, L ve K harfleridir
Uğurlu eşyası : Akvaryum
Uğursuz eşyası : Olta, zoka, misina, trol, baltalı ilah Zagor Tenay' ın baltası
En sevdikleri öykü : Küçük Kara Balık
Çağrıştırdığı hususlar : Temel fıkraları, subasman fıkraları, dardanel ton, denizler, olta, misina, çapari, çarpan balığı, gulu gulu gulu, suni teneffüs, bigudi, spagetti western, daktilo şeridi, deodorant, moby dick, gubudik....
2014 YILINDA SİZİN AÇINIZDAN NELER OLACAK: Bu yıl, balıklar için çeşitli sürprizler barındırıyor. Kâh bir yolsuzluk soruşturmasında isminiz geçecek, kâh bir mobese kamerada görüntünüz geçecek, kâh ayakkabı kutunuzdan ayakkabı çekeceği çıkacak, kâh nikâhlanacaksınız, kâh kahkaha atacaksınız, kâh serpme kahvaltı yapacaksınız, kâh kahır çekeceksiniz.
A. Şimşek
16 Şubat 2014 Pazar
Yenilgim
Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
Dünyadaki tüm parlak başarılardan
sensin yüreğime yakın olanı!
Yenilgi, yenilgim, başkaldırım
ve de benim kendimle tanışmam.
Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan
ve solmuş defneler peşinde koşmayan
biri olduğumun bilincindeyim;
ve sende, yalnızlığımı buldum
ve de herkesten uzak,
ve de gururlu olmayı.
Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
ve de kalkanım.
Gözlerinde okudum tahtı arayanın
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
esasını anlayabilmemiz için
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
bir meyvenin tadına varılabildiğini.
Yenilgi, yenilgim,
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın.
Ve senden başka hiçkimse bana söz etmeyecek
kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından
ve de geceleri yanan dağlardan.
Ve sen, tek başına
ruhumun sarp ve kayalık
yollarından tırmanacaksın.
Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
içimizde ölmekte olanlara;
ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;
ve de tehlikeli olacağız ...
Halil CİBRAN
Resim: Hakan Şimşek / http://hakansimsek.com/desenler/kapkara09.html
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
Dünyadaki tüm parlak başarılardan
sensin yüreğime yakın olanı!
Yenilgi, yenilgim, başkaldırım
ve de benim kendimle tanışmam.
Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan
ve solmuş defneler peşinde koşmayan
biri olduğumun bilincindeyim;
ve sende, yalnızlığımı buldum
ve de herkesten uzak,
ve de gururlu olmayı.
Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
ve de kalkanım.
Gözlerinde okudum tahtı arayanın
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
esasını anlayabilmemiz için
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
bir meyvenin tadına varılabildiğini.
Yenilgi, yenilgim,
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın.
Ve senden başka hiçkimse bana söz etmeyecek
kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından
ve de geceleri yanan dağlardan.
Ve sen, tek başına
ruhumun sarp ve kayalık
yollarından tırmanacaksın.
Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
içimizde ölmekte olanlara;
ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;
ve de tehlikeli olacağız ...
Halil CİBRAN
Resim: Hakan Şimşek / http://hakansimsek.com/desenler/kapkara09.html
14 Şubat 2014 Cuma
Perde
"Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma. Herkes kağıt
üzerinde yazılanları benim hayatım sanacak, ben de hayatımı saklamış
olacağım böylelikle. Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir biliyor
musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan
kiz gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz..."
Üç Aynalı Kırk Oda - Murathan Mungan
Resimler: Salvador Dali- Alice Harikalar Diyarında
Üç Aynalı Kırk Oda - Murathan Mungan
Resimler: Salvador Dali- Alice Harikalar Diyarında
Sevgililer Günü’nde Neler Yapabiliriz?
Yine geldi 14 Şubat. Her yıl olduğu gibi "Sevgililer günü"nde, hiç kuşkusuz
en önemli sorunsalımız, bu mühim günü nasıl
değerlendirebileceğimiz sorunsalıdır. Baktım ki ulusa seslenişte RTE bu konudan hiç bahsetmedi ben de siz okuyucularım mağdur olmasınlar diye iki kelam etmeyi kendime görev bildim.
Ama ondan önce evli
insanlar sevgili midir, değil midir meselesi karşımıza çıkıyor ?.. Evli kardeşlerimiz, bu önemli günü,
bu meseleyi eşleriyle tartışarak geçirmeyi deneyebilirler.
Eşlerine hediye almak istemeyen ya da dışarıya çıkıp her köşe
başında 14 rakamını görmek istemeyenler, “Evli
kimseler sevgili değildir”
noktasında haklı çıkmanın yollarını aramalıdırlar. Aksi
takdirde; hem gereksiz bir tartışmayla vakit kaybına yol açtıkları
için ve hem de vıdı vıdı etmekten hediye almaya vakit
bulamadıkları için dört başı mamur bir kapris çekmek zorunda
kalacaklardır.
Bu
günle ilgili olarak, hediye seçmek, en temel sorundur. Kadın
tarafı, bir kravat ile günü kurtarabiliyorken; erkek tarafı için,
ne alınırsa alınsın gün kurtulmaz, durumu söz konusudur.
Erkekler
bu mühim günde asla ve kata entellik olsun diye kitap vb ürünler
hediye etmemelidirler. Bir kadına verilecek hediye, şartlar ne
olursa olsun, takılacak, takıştırılacak, sürülecek,
boyanılacak vb bir nesne olmalıdır. Bu hususa dikkat
edildiği takdirde erkek, Sevgililer Günü’nü en az hasarla
atlatabilecektir. Kimi uyanık erkekler, “Sevgilim,
kuytu bir köşeye gidelim, sana G Noktası hediye etmek istiyorum”
veya “Bize
gidelim, en değerli varlığım olan kendimi sana armağan edeceğim”
şeklinde açılımlar yapmaya çalışabilirler ki, kadınların bu
tiplere karşı uyanık olmalarında ziyadesiyle yarar vardır. Aksi
halde, alabilecekleri tek hediye 9 ay sonra kucaklarında bulacakları
bir bebek olacaktır.
Hediye
faslını geçtikten sonra, önemli bir konu da, gezme-tozma
faslıdır. Sevgililer Günü, hediye teatisinden sonra herkesin
kendi başına zaman geçireceği bir gün değildir. Sevgililer, o
günü, mümkün olduğunca birlikte geçirmek durumundadır.
Birlikte lokantaya, sinemaya, pastaneye gidilebilir; deniz kenarında
veya İstiklal Caddesi’nde elele yürüyüş yapılabilir... Benim
sevgililere tavsiyem, rotalarını son yılların en büyük icadı
olan AVM’lere yöneltmeleridir. AVM’ler, zaman geçirme konusunda
sevgililere sınırsız imkanlar sunmaktadır. Alışverişse
alışveriş, sinemaysa sinema, hamburgerse hamburger, tiramusuysa
tiramusu...
Şimdi
geliyoruz hediye ve gezme konusundan çok çok daha önemli bir
meseleye... Romantizm. Hediye alma konusunda erkeğe verilen önemli
(!) rol, burada da geçerlidir. Sevgililer Günü’nde romantik
olması gereken taraf hiç şüphesiz erkek tarafıdır. Burada
kadına düşen rol, erkek rolünü iyi oynuyor mu, onu tespit etmek
ve gerekli puanı vermektir.
Yeri
gelmişken, sık sık yapılan bir hataya dikkat çekmek isterim.
Bazı erkekler, romantik görünme dürtüsüyle şiirler
ezberlemekte, hoş kokulu ve renkli çiçekler almaktadır. Şiir
ezberleyip sevgiliye okumakta veya güzel çiçekler alıp yarimize
vermekte elbette bir kötülük yoktur, ancak ve ancak kimi erkekler,
bu iki eylemi hediye olarak kakalamaya çalışmaktadırlar ki, kadın
tarafı bunu hiçbir şartta yemez. Şiir ve çiçek, yalnızca ara
sıcak veya aperitif olabilir. Şiir okumak ve çiçek almak hediye
yerine seçilmediği takdirde kadınlar için harika jestlerdir ve
her zaman takdir görürler.
Sevgilisinin
gönlünde taht kurmak isteyen kardeşlerimiz için önemli bir tüyo
vermek isterim doğrusu. Sevgililer Günü’nü 24 saat birlikte
elele, diz dize geçiriyor bile olsanız; -yeteri kadar kontör stoğu
yaptıktan sonra- her fırsatta sevgilinize kısa mesajlar göndermeyi
ihmal etmeyiniz. Hiç gerekmediği halde, sevgilisi için kontör
harcayan sevgili imajı, size artı puanlar kazandıracaktır.
Sevgililer
Günü konusunu bitirirken, önemli bir noktayı unutmamak
gerektiğini hatırlatmak isterim. Feysbuk veya herhangi bir sosyal
ağa üyeyseniz ilişki durumunuzu bekar veya ilişkiye açık
konumunda bulundurmayınız, ilişkisi var seçeneğini
işaretleyiniz. Sevgililer Günü’nüzün Kıyamet Günü şekline
dönüşmemesi için bu şarttır.
A.Şimşek
A.Şimşek
13 Şubat 2014 Perşembe
Gün Olur...
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!...
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...
Orhan VELİ
10 Şubat 2014 Pazartesi
Özgürlük Ahlakı
"...Toplumsal ahlaktan kopmamız gerekir. Buna az önce de söylediğimiz gibi
görenekler ahlakı diyoruz. Burada toplum bencil bir biçimde kendi ayakta
kalma koşullarını düşünüyor, dolayısıyla gelişim olanaklarını görmezden
geliyor hatta bilerek kapatıyor. Yani toplum ahlakını benimsemiş
insanların kurulu düzenle birebir yakınlıkları olduğunu ve insanın
geleceğiyle ilgili tasarımlar oluşturmakta eksik, yetersiz ya da
isteksiz kaldığını görüyoruz. Asıl ahlak bireysel ahlaktır ki, bireysel
ahlakın gerçekleşebilmesi için onun çok sağlam bir bilinç temelin
oturtulması gerekir. Çünkü (buna aynı zamanda özgürlük ahlakı diyorsak),
insanın özgür olabilmesi yetkin bilince ulaşabilmesiyle olasıdır.
İnsan gününü kavrayamayan, geçmişini kavrayamayan, yarınını tasarlayamayan basit bir bilinçle özgürlük ahlakını oluşturamaz. Özgürlüğün temel koşulu bilincin gelişimidir. Yani bilinç gelişimini gerçekleştirmiş olan birey zaten özgürlük ahlakını kendiliğinden yürürlüğe koyacaktır. Her an bunun toplumsal ahlakla çatışma içinde olduğunu göreceğiz. Çünkü hiçbir zaman toplumun kendisine benimsetmek istediği, bir kısmı çok yararlı çok akıllıca ama bir kısmı saçma sapan kuralları benimsemeyecektir ve o kurallarla savaşa girecektir."
Afşar Timuçin
http://www.narteks.net/afsar-timucin/ozgurluk-ahlaki-insani-gelecege-acar-afsar-timucin.html
İnsan gününü kavrayamayan, geçmişini kavrayamayan, yarınını tasarlayamayan basit bir bilinçle özgürlük ahlakını oluşturamaz. Özgürlüğün temel koşulu bilincin gelişimidir. Yani bilinç gelişimini gerçekleştirmiş olan birey zaten özgürlük ahlakını kendiliğinden yürürlüğe koyacaktır. Her an bunun toplumsal ahlakla çatışma içinde olduğunu göreceğiz. Çünkü hiçbir zaman toplumun kendisine benimsetmek istediği, bir kısmı çok yararlı çok akıllıca ama bir kısmı saçma sapan kuralları benimsemeyecektir ve o kurallarla savaşa girecektir."
Afşar Timuçin
http://www.narteks.net/afsar-timucin/ozgurluk-ahlaki-insani-gelecege-acar-afsar-timucin.html
Kolay Ayrılma ve Boşanma Yolları ( 8. Bölüm)
Ayrılmanın
Hukuksal Boyutu 2: Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı
Davranış:
Değerli,
kolay ayrılma yollarının yolcuları, bir önceki başlıkta, zina
konusunu ele almış ve amacımıza uygun olarak kullanabileceğimizi
görmüştük.
Türk
Medeni Kanunu, ayrılma konusunda bize eşsiz fırsatlar sunmaktadır.
Bugün, bize bir faydası olup olmayacağını test edeceğimiz madde
şudur:
“Madde
162 - Eşlerden
her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine
pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir
davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.
Davaya
hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı
ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle
dava hakkı düşer.
Affeden
tarafın dava hakkı yoktur.”
Hayata
kastetme, pek
kötü davranma ve ağır
derecede onur kırıcı davranış
olarak özetleyebileceğimiz 3 adet olanağı, bu madde bize sağlamış
bulunuyor. Bu maddenin bize sağladığı imkânı iki yönlü
düşünebiliriz.
1-)
Bu tür davranışları eşimize karşı uygulayabilir ve onun bize
karşı boşanma davası açmasını tahrik edebiliriz. Ancak, karşı
tarafın boşanma davası açma ihtimalini sevmemiz her zaman kesin
sonuç vermez, bakarsınız dava açmayacağı tutar. İyisi mi biz
2. maddeye bakalım.
2-)
Eşimizin çeşitli
davranışlarını hayata kastetme, pek kötü davranma ve ağır
derecede onur kırıcı davranış kategorisine sokup boşanma
davasını kendimiz açabiliriz ve 2 şahit de ayarladıktan sonra
ayrılığı garantileyebiliriz.
Şimdi
birkaç örnek vermek suretiyle, konuyu daha anlaşılır bir hale
getirelim.
İlk
olarak hayata kastetmeye değinelim. Efendim, bu noktada erkek
okurlarımıza bir uyarıda bulunmam gerekiyor. Bir erkeğin hayatına
kastetmeye niyetlenmiş olup da, bunu başaramamış bir kadın
yoktur. Bu nedenle, mümkünse hiçbir kadını bu öfke düzeyine
çıkmaya zorlamayınız. Tahtalı köye gitmeden bu maddeden
yararlanmamız şart değerli okurlar.
Şöyle
bir yol izleyebiliriz: Eşimizi, örneğin kredi kartıyla alışveriş
konusunda özendirebiliriz. Bu özendirme, evimize birkaç kez haciz
getirecek kuvvette olursa mükemmel olur. Haciz geldiğinde ise
yapılacak iş çok basittir. Elimizi kalbimize götürüp “Ahanda
kalp krizi geçiriyorum”
deyip kendimizi yere atıyoruz ve ilk fırsatta Aile Mahkemesine
başvurup, boşanma davamızı açıyoruz. Boşanma dilekçemize “Bu
manyak, yaptığı ölçüsüz harcamalarla az kalsın ölümüme
sebep oluyordu” şeklinde bir
cümle eklemeyi unutmuyoruz tabi. Hacze gelen memur ve avukatı şahit
gösterin ve tereyağından kıl çeker gibi boşanın!..
Pek
kötü davranış konusunda sıkıntı çekeceğinizi sanmıyorum
değerli okurlar. Yukarıda erkekler için bir tüyo vermiş idik,
şimdi de kadınlar için bir tüyo verelim. Bir çırpıda boşanmak
isteyen kadın okurlarımız “Eşim
beni ters ilişkiye zorladı”
diye yazıp boşanma dilekçelerini derhal ilgili mahkemeye
versinler.
Gelelim,
ağır derecede onur kırıcı davranış konusuna... Açık konuşmak
gerekirse, birisi için onur kırıcı olabilen bir davranış, bir
başkası için Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme lezzeti
taşıyabilir. Bir örnekle izah edecek olursak... Eşiniz size bir
kavga anında “Allah
belanı versin liberal faşist”
diyebilir ve siz boşanmak için mahkemeye başvurduğunuzda mahkeme
şöyle bir açıklamayla davanızı reddedebilir:
“Gereği
Düşünüldü: Her
ne kadar davacı, ‘liberal faşist’ hitabını ağır derecede
onur kırıcı olarak değerlendirmiş ise de, faşist sözcüğünün
liberal nitelemesiyle yumuşatılmış olduğu da gözden uzak
tutulmamalıdır. Bir an için yumuşatılmadığını varsaysak bile
bu hitap şekli ‘ağır derecede’ onur kırıcı davranış
olmaz, ‘hafif derecede’ onur kırıcı davranış olur. Hattı
zatında karı koca arasında olur lan böyle şeyler!”
Bu
konuda, yaratıcılığımızı harekete geçirmemiz şart değerli
okurlar. Mübarek Ramazan ayından konjonktürel olarak yararlanmayı
deneyebiliriz. Şöyle ki; erkek okurlarımız, oruç saatlerinde
zevcelerine askıntı olup, eşlerinin oralarını buralarını
mıncıklasınlar. Bu davranış karşısında eşinizden
işiteceğiniz söz aşağı yukarı şöyle bir laf olacaktır: “Lan
cenabet kafir, lan gavurun dölü, nefsine hakim olsana ayu!”
İşte amacımıza ulaştık ve ağır derecede onur kırıcı
davranışa maruz kaldık. Davamızı açalım, ayrılmamıza
bakılım!..
İki
önemli hususu daha hatırlatmadan geçmeyelim.
Birincisi,
dava açma süremiz olan 6 ayı, hiçbir nedenle geçirmeyelim.
İkincisi de, karşı tarafın davranışlarını hiçbir şekilde
affetmeyelim. Yoksa açacak olduğunuz dava reddolunur ve uğradığınız
hakaretlerle birlikte evliliğinize devam etmek zorunda
kalırsınız.
Not:
Akrabalarınızın
ve arkadaşlarınızın sizi boşanma yolundan döndürmeye yönelik
davranışlarını hiçbir şekilde dikkate almayınız; ayrılmaktan
çekinmeyiniz. Çocuklarınızı öne sürerek boşanmanıza engel
olmaya çalışanların yüzüne kezzap atınız. Boşanma davanızda
sizin için tanıklık yapmaktan kaçınan arkadaşlarınızı
defterden siliniz. Boşanmak ve ayrılmak, en temel insani
haklarımızdan birisi olup, ısrarla kullanınız, kullandırtınız.
Devam edecek...
A. Şimşek
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)